Feraiz - Miras Hukuku

FERÂİZ (MİRAS HUKUKU)

ALLAH (CC)'IN FARZ KILDIĞI HAK VEYA "FERÂİZ"

 1896 Ehliyet sahibi her insan; Allahû Teâla (cc)'ya iman etmek ve İslâmın çizdiği hududlar içerisinde hayatını devam ettirmek borcundadır. İmtihan alanını ve zamanını Allahû Teâla (cc) tâyin eder. İnsana düşen görev; hiç bir mâzeret ileri sürmeden "Bugün ölecekmiş gibi" hesâb gününe hazır olmaktır. Her canlının; er veya geç ölümü tadacağı kat'i nass'larla sabittir. İnsan ölünce; geriye (az veya çok) Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri bırakır!.. Bu noktada karşımıza: "-Bu nimetler kimlere ve ne şeklide teslim edilecektir? suali çıkar!.. Allahû Teâla (cc)'nın kat'i nasslarla edâ edilmesini emrettiği hususlardan birisi de; mirâs'ın hak sahiplerine teslimidir. "Mirâs, irs, verâset, tevârüs, mûris, vâris" aynı kökten kelimeler olup masdarının lûgat manası; geçmek, halef olmak ve intikâl etmektir. Mirâs'ın mahiyetini ve taksimini beyan için kullanılan ıstılâhlardan birisi de "Ferâiz"dir. Kur'ân-ı Kerîm'de "Mirâs payları" açıklandıktan sonra: "(Bu hükümler ve hisseler) Allah'dan birer fârizadır. Şüphesiz ki Allah hakkı ile bilicidir. Yegane hüküm ve hikmet sahibidir"(1) hükmü beyan buyurulmuştur. Buradaki "Fâriza" Allah'ın farz kıldığı hak, ayırdığı hisse manasınadır, çoğulu "Ferâiz"dir.(2) Bilindiği gibi "Farz" kelimesi; takdir etmek, kat'i olarak kesmek manasına gelir.(3) İslâmi ıstılâhta ise; kat'i nasslarla sâbit olan hükme "Farz" denilmiştir. İbn-i Abidin "Farzın hükmünü" izah ederken: "Farzın hükmü: onu şüphe götürmeyecek şekilde inkâr edenin kâfir olmasıdır. İstihfaf (hafife alma) ve istihza da, inkâr hükmündedir"(4) buyurmuştur. "Ferâiz ilminin hedefi; Allahû Teâla (cc)'nın tayin etmiş olduğu hakları, hak sahiplerine ulaştırmaktır. Dolayısıyla buna mani olmak; hangi sebeble olursa-olsun, kat'i bir zulümdür. Eğer herhangi bir hak; sahibinin rızâsının dışında, başkasına verilirse "Haram" gündeme girer!.. İslâm ûleması: "Ferâize göre taksim edilen mirâsın helâl, hevâ ve heveslere (şahsi kanaatlere) göre dağıtılan mirâsın haram olduğu" hususunda müttefiktir.

 1897 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kur'ân-ı Kerîm'i ve Ferâizi öğrenin, insanlara öğretin"(5) emrini verdiği bilinmektedir. Câhiliye döneminde; kadınlara, kızlara ve çocuklara mirâs'tan pay verilmiyordu. Mirâs ancak savaşma gücünde olan erkeklerin hakkıydı. Bunun dışında mirâsın "Ahd Yoluyla" intikâl ettiği de olurdu. Bir kimse diğerine: "Kanım senin kanındır, şerefim senin şerefindir, sen bana vâris olursun, ben sana vâris olurum. Sen benim ırzımı kollarsın, ben senin ırzını kollarım" şeklinde teklifte bulunur, diğeri de kabul ettiği zaman "Verâset" gündeme girerdi. Ayrıca "Evlâtlık" edinme yaygındı. "Evlâtlık" da, tıpkı evlâd gibi muâmele görürdü. Fahrüddin-i Razi; arapların kendi kanunlarına göre, mirâs dağıtımını yaptıklarını kaydeder.

 1898 Kadınların ve çocukların da; "Mirâs'ta paylarının bulunduğunu" haber veren Ayet-i Kerime nâzil olunca, bazılarının zoruna gitmişti. Kendi kendilerine dediler ki: "-Kadına dörtte bir, sekizde bir; kıza yarısı veriliyor. Küçük çocuklara mirâs ayrılıyor. Bunların hiç birisi düşmanla savaşamaz, ganimet toplayamaz. Sesinizi çıkarmayın, sükût edin. Allah'ın Resûlü (sav) belki bunu unutur veya kendisine söyleriz; bunun değiştirilmesi için dua eder. Daha sonra Resûl-i Ekrem (sav)'e; "-Ey Allah'ın Resûlü!.. Kıza babasının bıraktığı malın yarısını mı verelim? Bilirsin ki kız; ata binemez, düşmanla savaşamaz!.. Çocuğa mirâs mı verelim? Mirâs aklı ermeyen çocuğun işine yaramaz ki?"(6) dediler. Dikkat edilirse; Allahû Teâla (cc)'nın mirâsla ilgili olarak indirdiği hükümler, toplumun "Mirâs anlayışını" derinden etkilemiştir. Fakat Sahabe-i Kiram; her zaman olduğu gibi, şahsi kanaatleriyle karşı çıkmamış ve sonunda: "-Allah (cc) ve Resûlü neyi emretmişse amennâ" diyerek teslim olmuştur. Günümüzde: "-Efendim, nasıl olur da erkeğe, kadının iki katı mirâs verilir?" diyerek, fındık kabuğunu doldurmayacak akıllarıyla karşı çıkanlar nerede, sahabe nerede!..Halbuki erkek; (hem kendisinin, hem karısının olmak üzere) iki kişinin nafakasını elde etmek zorundadır. Evlenirken "Mehir" vermek sûretiyle, belli bir yükün altına girmiştir. Annesinin, babasının ve çocuklarının nafakalarını da temin etmek mecburiyetindedir. Kadın ise; evlenirken "Mehir" aldığı gibi, nafakasını da kocasından temin eder. Mülkiyet hakkı bakidir. Eğer kocası; kendi evinde (karısının) oturuyorsa, ondan kira talebinde bulunma hakkı vardır. Kaldı ki; Allahû Teâla (cc) her hakkı, hak sahibine vermiştir. Bir kimse hem "-Elhamdülillâh müslümanım" diyecek, hem de "Allahû Teâla (cc)'nın farz kıldığı hakları" (Ferâizi) ciddiye almayacak. Eleştirecek!.. Bu mümkün mü? Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah ve Resûlü bir işe hükmettiği zaman; gerek mü'min olan bir erkek, gerek mü'min olan bir kadın için (o hükme aykırı olarak) işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne isyan ederse, muhakkak ki o apaçık bir sapıklıkla yolunu sapıtmıştır"(7) hükmü beyan buyurulmuştur. İslâm'ın hükümlerine, şahsi kanaat ve reylerle, karşı çıkılması mümkün değildir. Şimdi İslâm fıkhında; mirâsın dayandığı delilleri gümdeme getirelim. Önce "Mirâs'la" ilgili Âyet-i Kerimeleri zikredelim.

 1899 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah size (mirâs hükümlerine şöyle) tavsiye (ve emr) eder: Evlâdlarınızın hakkındaki hüküm; erkeğe, kadının payının iki katıdır. Fakat onlar (çocuklar) ikiden fazla kadınlar ise (ölünün) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. (Kız çocuğu) bir tek ise; mirâsın yarısı onundur. (Ölenin) çocuğu varsa; ana ve babadan her birine terikenin altıda biri (verilir). Çocuğu olmayıp da; ona (ölene) ana ve babası mirâsçı olduysa üçte biri anasınındır. (Ölenin) Kardeşleri varsa, o vakit altıda biri anasınındır. (Fakat bütün bu hükümler ölenin) Edeceği vasiyet (in yerine getirilmesin)den veya borç(unun ödenmesin)den sonradır. Siz babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fâide cihetinden, size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bu hükümler ve hisseler) Allah'dan bir farizâdır. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilicidir. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Zevcelerinizin çocuğu yoksa terikesinin yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa, size terikesinden (düşecek hisse) dörtte birdir. (Fakat bu da) Onların edecekleri vasiyeti yerine gitermek ve borcunu ödedikten sonradır. Eğer çocuğunuz yoksa; bıraktığınızdan dörtte biri onların (zevcelerinizin)dır. Şayed çocuğunuz varsa; terikenizden sekizde biri; edeceğiniz vasiyet ve borcun ödenmesinden sonra, yine onlarındır. Eğer (ölen) erkek veya kadının mirascısı, evlâdı ve ana-babası olmayıp (başka yakınları var ise o zaman) bir erkek veya bir kız kardeşi varsa, bunlardan her birinin hakkı altıda birdir. Eğer onlar bu miktardan çok iseler; o halde onlar (ölünün) edeceği vasiyetin yerine getirilmesi ve borcunun (edâsından) sonra; üçte birde ortaktırlar. (Bu taksim) Zarar verici olmayan vasiyyet ve borcun edâsından sonra (uygulanır). Bunlar (Emir ve hükümler) Allahû Teâla (cc)'dan size vasiyyettir. Allah her şeyi hakkı ile bilendir, halimdir. (Cezayı geciktirse de ihmal etmez) İşte bunlar Allah'ın hududlarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, (Allah) onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar ki, onlar orada ebedi kalıcıdırlar. Bu en büyük bir kurtuluştur. Kim de Allah'a ve Resûlüne isyan eder, (Allah'ın) hududlarını (çiğneyip) geçerse onu da, içinde daimi kalıcı olarak ateşe koyar. Onun için hor ve hakiyr edici bir azab vardır"(8) hükmü beyan buyurulmuştur.

 1900 Allahû Teâla (cc) "Mirâsla ilgili olarak" diğer bir Âyet-i Kerime'de şöyle buyurmuştur: "(Habibim) Senden fetva isterler: De ki: Allah size ana-babasız ve çocuksuz kişinin mirâsı hakkında hükmünü şöyle açıklar: "Ölen kişinin çocuğu yok, bir kız kardeşi varsa bıraktığı malın yarısı o (kız kardeşinin)dir. Fakat kendisi (ölen), kızkardeşinin çocuğu yoksa, onun mirasını tamamen alır. Eğer (ölenin) iki kızkardeşi varsa, bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer (vârisler) erkek, kadın, bir-çok kardeşler olursa, erkeklere iki kadının payı kadar (pay) verilir. Şaşırırsınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah her şeyi hakkı ile bilendir"(9)

 1901 Câhiliye döneminde; kadınlar, kızlar ve çocuklara mirastan pay verilmiyordu. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere; Ana ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara; azından-çoğundan (Az veya çok) farz edilmiş birer nasiyb olarak hisseler vardır"(10) buyurularak, câhiliyenin mirâs anlayışı reddedilmiştir.

 1902 Hz. Ebû Bekir (ra) bir hutbesinde: "Allahû Teâla (cc)'nın Nisâ Sûresinde; ferâiz hakkında inzâl buyurduğu Âyetlerden birincisi: çocuklar ve anne baba hakkındadır. İkincisi; karı-koca ve anne bir kardeşlerle ilgilidir. Üçüncüsü: Anne-baba bir veya baba bir kardeşler hakkındadır. Sûre-i Enfal'in sonundaki Âyet ise "Zevi'l-erham" ile alakalıdır"(11) buyurmuştur. Enfâl Sûresindeki Ayet-i Kerime meâlen şöyledir: "Henüz iman edip de, hicret ve sizinle beraber cihad edenlere gelince: Onlar da sizdendir. Hısımlar Allah'ın kitabında (Hükmünde) birbirine daha yakındırlar. Allah herşeyi hakkı ile bilendir"(12) İmam-ı Şafii (rha) bu hükmün; muhâcirlerle ilgili olduğunu, hicret ve cihad edenlerin faziletlerini izâh ettiğini esas almıştır. Hiç kimsenin bulunmaması durumunda uzak akrabaların da, mirâsa dahil edileceğinin delili olarak değerlendirir.(13)

 1903 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "İlim üçtür, bundan ötesi fazlalıktır. Mûhkem ayet, neshedilmemiş (yürürlükte olan) sünnet ve adâletli ferâiz"(14) buyurduğu bilinmektedir. Çünkü mirâs meselesi; her insanın başına gelebilen bir hadisedir. Eğer bu konuda Allahû Teâla (cc)'nın hududları çiğnenirse, hem bu dünya'da, hem de âhirette elim bir azaba uğrama tehlikesi sözkonusudur. Dolayısıyla her mü'min; "Mirâs" konusuna muhatab olduğu zaman, İslâm'ın hükümlerine kayıtsız ve şartsız teslim olmalıdır.

BİRBİRİNE MİRÂSÇI OLMA SEBEBLERİ

1904 Hanefi fûkahası: "İnsanların birbirine mirâsçı olmalarının sebebleri; neseb (akrabalık), nikâh ve velâ olmak üzere üç kısımda incelenir"(15) hükmünde müttefiktir. Ölen kimseye; neseb cihetiyle yakınlığın bulunması, mirâsına hak kazanmak için şarttır. Esasen karı ve koca müstesnâ; diğer sınıfların hepsi (Ashab-ı Ferâiz, Asabe ve Zevi'l-erham) akraba durumundadır. Sahih nikâh; karı-koca arasında, birbirine mirâsçı olma sebebidir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Hangi erkek; hür veya câriye bir kadınla zinâ ederse, doğan çocuk veled-i zinâdır. Kendisi (Veled-i Zinâ) vâris olmaz, kendisine de varis olunmaz"(16) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bâtıl nikâh, muvakkat nikâh ve mut'a nikâhı; mirâsçı olmak için sebeb teşkil etmez. Velâ; azad edilen kölenin herhangi bir akrabası bulunmadığı halde, mirâsının efendisine kalması hadisesidir. Günümüzde böyle bir vakıa bulunmadığı için üzerinde durmaya gerek yoktur.

 1905 MİRÂS'IN RÜKÜNLERİ: Öldükten son; geriye mirâs bırakan kimseye "Mûris" denilir. Dolayısıyla mirâs'ın birinci rüknü: Mûris'in bulunmasıdır. İslâm fıkhında; hakikaten veya hükmen ölüm sözkonusudur. Hakikaten ölmek eceliyle kesin olarak âhiret'e intikâl etmektir. Hükmen ölüm ise; uzun yıllar ortadan kaybolup; nerede bulunduğu ve hayatta olup-olmadığı bilinmeyen kimse hakkında "Kadı'nın" (Hâkim'in) verdiği karardır. İkinci rükün: Vâris'in bulunması ve hayatta olmasıdır. Şer'i delille; ölen kimsenin malının verileceği kimseye "Vâris" denilir. Üçüncü rükün: Ölen kimsenin vârislerine intikâl edecek mal veya servetinin bulunmasıdır.(17)

 1906 MİRÂS'IN ŞARTLARI: Muhakkak ki bir kimse hayatta iken malı mirâs olarak dağıtılmaz. Dolayısıyla mirâs'ın ilk şartı; mûris'in hakikaten veya hükmen ölümünün sâbit olmasıdır. İkinci şartı; Vârisin hakikaten veya takdiren hayatta olması gerekir. Takdiri hayattan kasıd; anne rahmindeki çocuktur. İslâm ûleması; ölen kimsenin; karısının rahminde bulunan çocuğun da, vâris olacağı hususunda müttefiktir. O çocuk; takdiren hayatta kabul edilir.(18) Üçüncü şart: Vârislerde; mirâsa mâni olan hallerden, birisinin bulunmamasıdır. Eğer mirâsa mâni hallerden herhangi birisi sözkonusu olursa; vâris hiçbirşey alamaz!.. Bu konu oldukça önemlidir.

"MİRÂS'A ENGEL OLAN HALLER"İN MAHİYETİ

1907 Mirâsa mâni olan haller:

 1. Mûris ile vâris'in farklı dinlerden olması.

2. Vâris'in; mala daha çabuk sâhip olabilmek için mûrisi öldürmesi.

 3. İhtilâf-ı Dâr.

 4. Vârisin meçhul olması.

5. Karşılıklı lanetleşme sonucu çocuğun nesebinin bilinmemesi.

 6. Kölelik!.. Şimdi bunların mâhiyetini izah edelim.

 1908 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Müslüman kâfire, kâfir müslümana vâris olamaz"(19) buyurduğu bilinmektedir. Bu durumda; müslüman olan bir erkeğin ölümü halinde; O'nun (Ölünün) ehl-i kitab olan karısı, mirâsdan faydalanamaz. Tabii karısının ölümü halinde de; kendisi, onun malına vâris olamaz. Zira aralarında din farkı sözkonusudur. Mü'min bir kimsenin; İslâmı inkâr eden çocukları da (Mürted) mirâstan faydalanamazlar. Esasen irtidad edenler; herhangi bir dine mensup olmadıkları için, hiçbir sûrette vâris olamazlar.(20)

 1909 Dünyevi hırs ve tamah sebebiyle (Malı erkenden ele geçirmek için); akrabasını öldüren kimse de, onun (Ölünün) vârisi olamaz. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "(Mûrisini öldüren) Kâtil, vâris olmaz"(21) Hadis-i Şerifi; ister kasden, ister hatâen olsun, her türlü öldürmeyi içerisine almaktadır. Hanefi fûkahası; kısası veya keffâreti gerektiren her türlü öldürmenin, mirâsa mâni olduğu hususunda müttefiktir.(22) Sadece ölümüne sebeb olmayı; mirasa mâni bir hal olarak kabul etmemişlerdir. Bunun dışında; meşru müdafaa sonucu öldürme, ehliyet arızası olan ve cezâi ehliyete sahip bulunmayan kimsenin (Çocuk, deli vs..) öldürmesi ve ikrah sonucu öldürme mirâsa mâni teşkil etmez. Daha önce; ukûbatlar bahsinde öldürme çeşitleri ve bunların mes'ûliyetleri üzerinde durmuştuk!..(23)

 1910 Darû'l İslâmda ikâmet eden zimmi'nin; Darû'l Harp'te bulunan yakınları, kendisine vâris olamazlar!(24) Zira aralarında "İhtilâf-ı Dâr" sözkonusudur. Ancak müslümanlar; yerzüyünün neresinde bulunursa bulunsunlar, birbirlerine vâris olurlar. Farklı devletlerin vatandaşı olmaları dâahi verâsete engel olmaz. Dolayısıyla "İhtilâf-ı Dâr'in" mirâsa mâni olması gayr-i Müslimlerle ilgilidir.

 1911 Varisin meçhûl olması da mirâsa mânidir. Şöyle ki:

a. Bir kadın, kendi çocuğuyla, başkasının çocuğuna süt verirken vefât edip, hangisinin kendisine âid olduğu bilinmezse, hiç biri kendisine vâris olamaz.

b. Bir kadın; bir müslümanın çocuğu ile bir gayr-i müslimin çocuğuna süt verirken; ikisi birlikte büyüyüp birbirinden tefrik edilemezse, bu çocuklar müslüman kabul edilir. Fakat hiçbiri babasına vâris olamaz.

c. Bir kimse; çocuğunu lâkit olarak bir yere bırakır, daha sonra aynı yerde iki çocuk bulunursa, hangisinin kendi çocuğu olduğunu bilemediği süre içerisinde, her ikisi de kendisine vâris olamaz.

 Bunun dışında ölünün; ölüm vaktinin bilinmemesi de mirasa mânidir. Şöyle ki; birlikte boğulan, birlikte yanan veya yıkılan bir binâ altında birlikte kalıp ölen, bir hâdisede birlikte öldürülen akrabalar birbirine vâris olamazlar. Çünkü hangisin önce öldüğü meçhuldür.(25) Eşlerin karşılıklı lânetleşmesi (Lian) ve bunun sonuçları üzerinde daha önce durmuştuk!..(26) Karısının zinâ ettiğini idda eden; fakat bunu dört şâhidle isbat edemeyen kimse kadı (hâkim) huzurunda lian yapar. Bu hadiseden sonra dünyaya gelen çocuk; annesinin üzerine kayıtlanır. Babasına mirasçı olamaz, çünkü lian sonucu, nesebi meçhul hale gelmiştir. Kölelik de; mirâsa mânidir.(27)

MİRÂS'TA TERTİBE RİÂYET ETMEK (TERİKE'NİN ÜZERİNDEKİ HAKLAR)

 1912 Kur'ân-ı Kerîm'de; ölenin mirâsının taksimi ile ilgili hükümler açıklanırken: "(Fakat bütün bu hükümler ölenin) Edeceği vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunu ödemesinden sonradır" hükmü hassaten zikredilmiştir. Hanefi fûkahası: "Ölünün bıraktığı maldan; önce techiz ve tekfini için pay ayrılır. Bu hususta israfa kaçılmadığı gibi, cimrilik de yapılmaz. Sünnete uygun şekilde defin işlemi gerçekleştirilir. Daha sonra ölünün; hayatta iken yapmış olduğu borçları varsa ödenir. Bu borçlar; Allahû Teâla (cc)'nın emri olan zekat, keffâret, oruç fidyesi ve nezr (adak) olabileceği gibi, diğer insanlardan alınmış (borçlar) da olabilir. Borç ödeme hususunda da; önce insanlara olan (borçlar) dikkate alınır. Borçların ödenmesinden sonra; ölenin vasiyyeti mevcutsa, terikenin üçte birini aşmayacak şekilde yerine getirilir. Bütün bunlardan sonra kalan mal; vârislere; sehimleri dikkate alınarak taksim olunur"(28) hükmünde ittifak etmiştir. Dikkat edilirse terike üzerinde dört hak sözkonusudur. bunlar:

 1. Mûris'in techiz ve tekfini için gerekli masraflar.

 2. Mûrisin borçlarının ödenmesi

 3. Mûris'in vasiyyetinin yerine getirilmesi

 4. Bütün bunlardan sonra kalan malın; ferâize uygun olarak vârislere taksimi!..

 1913 Feteva-ı Hindiyye'de: "Haram yoldan servet elde eden bir kimse ölünce; uygun olan vârislerinin durumu araştırmalarıdır. Eğer haram olan bu servetin nereden ve kimden temin edildiğini öğrenebilirlerse, onu sahiplerine geri verirler. Öğrenmemeleri hâlinde ise; o haram serveti fakirlere dağıtırlar"(29) hükmü kayıtlıdır. Elbette bu "Haram li gayrihi" ile ilgili bir hükümdür. Eğer "Haram liaynihi" ise (Şarap, rakı vs. gibi) imha edilmesi esastır.

 1914 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Herhangi bir mü'min ölürken borç bırakırsa, onu ödemek bana aittir"(30) buyurduğu bilinmektedir. Eğer bir mü'min; fakr-û zarûret içerisinde hayatını devam ettirir ve borç içerisinde iken ölürse; bütün borçları "Beytü'lmal"den ödenir. Defin işleminin gerçekleşmesi hususundaki her türlü masraf da; "Ulû'lemr" tarafından karşılanır. Esasen bu gibi kimselerin velisi; mü'minlerin bey'at ettiği kimsedir. Nitekim Resûlullah (sav): "Ulû'lemr; velisi olmayan kimselerin velisidir"(31) buyurmuştur. Ancak mûrisin (ölünün) yakın akrabası olan kimseler (varisler) zengin ise; ölüye âit her türlü masrafı (Velev ki hiçbirşey bırakmamış olsa da) karşılamak durumundadırlar. Tıpkı Nafaka meselesinde olduğu gibi!..

 1915 Şurası da unutulmamalıdır ki; borcun ve vasiyetin, vârisleri zarara sokmamasına dikkat etmek gerekir Ölen kimsenin normal borcu; ne olursa olsun ödenmelidir. Ölüm hastalığındaki bir kimsenin; sevdiği bir yakınına veya dostuna, fazla mirâs bırakmak için yalan yere ona borçlu olduğunu söylemesi haramdır. Hanefi fûkahası; "can verirken ikrar edilen borcun sahih olmayacağını; bu sebeble, edâsı için vârislerin muhayyer duruma geçecekleri" konusuda, farklı hükümlere varmıştır. Essah olan kavle göre; can verirken ikrar edilen borç hususunda vârislerin muhayyer olduğudur. Bu sebeble; borç hususunda titiz olmak ve (kat'iyyen yalan beyanla) varislerden bazılarını zarara sokmamak şarttır.

VASİYET'İN TARİFİ VE MÂHİYETİ

1916 Vasiyet; arapça bir kelime olup, "Evsâ, yûsi'den" masdardır, tavsiye etmek, eklemek ve ısmarlamak gibi manalara gelir. İslâmi ıstılâhta: "Ölümden sonra geçerli olmak üzere; malını (veya bir menfaati) başkasına teberrû sûretiyle temlik etmeye (Mülk) edindirmeye vasiyet denilir"(32) tarifi esas alınmıştır. Vasiyet; ölüme bağlı olan bir tasarruftur. Bırakılan mal veya menfaat; sadaka hükmündedir. Vasiyet yapana "Mûsi"; bırakılan şeye "Mûsabih", bırakılan şahsa "Mûsa leh", yapılan tasarrufa da "Vasiyet" denilir. Çoğulu "vesâyâ" gelir.(33) İslâm fıkhında "vasiyet"; mirasla ilgili hükümler gelmeden önce "Farz" olan bir tasarruftu. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Sizden birinize ölüm gelip çattığı vakit, eğer mal bırakacaksa; anneye, babaya, yakın akrabaya meşru bir sûrette vasiyette bulunmak takva sahipleri üzerine bir hak olarak farzedildi"(34) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse; anne, baba ve yakın akraba için, vasiyet etmenin farz olduğu sarih bir şekilde ortaya konulmaktadır. Yine diğer bir Âyet-i Kerime'de: "Sizden zevcelerini geri bırakıp ölecek olanlar; eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar faidelenmesini (evde oturmasına müsaade edilmesini)vasiyet etsinler"(35) buyurulmuştur. İmam-ı Şafii (rha) bu Âyet-i Kerimeleri zikrettikten sonra: "Muhtemeldir ki, şu iki durumdan birisi ortaya konulmaktadır. Birincisi: MirÂs anne-baba ve yakın akrabaya âit, vasiyet etmek ise kocaya !.. Yine mümkündür ki; mirâs ile vasiyet bir aradadır. İkincisi: Mirasla ilgili Ayet-i Kerimeler, vasiyetin farziyyetine vâkıf kimselerden aldığımız habere göre Resûl-i Ekrem (sav) fetih yılında: "Varise; vasiyet etmeye gerek yoktur" buyurmuştur. Bu hadis; mütevatir noktasına çıkmış, ilim ehli üzerinde ittifak etmiştir. Buna dayanarak diyoruz ki; anne, baba ve zevce hakkında yapılan vasiyet; mirâs Ayetlerinin inzâli ile birlikte neshedilmiştir. Bu konuda icmâ vardır. Yine ûlemanın büyük çoğunluğu; akrabaya vasiyyetin hükmünün (Eğer bu akraba vâris ise) mensûh olduğuna kâil olmuştur. Vâris durumunda bulunmayan akrabaya vasiyet etmek de, farz değildir"(36) hükmünü zikreder. Hanefi fûkahası; "Vasiyet etmek vâcip değil, müstehabtır. Zira insanların vasiyet etmeye ihtiyaçları vardır. Şöyle ki; insanlar dünyevi hırs ve tamaha kapılırlar, salih amelleri gereğince edâ edemezler. Bir hastalık veya ansızın gelecek bir belâ; ona ölümü ve hesabı hatırlatır. İşte o zaman vasiyet ederek; veremediği sadakalarını, ölümünden sonra verdirmeye çalışır. Bunun ihtiyacıdır"(37) hükmünde ittifak etmiştir.

 1917 VASİYETİN RÜKNÜ: "Ben fülân, fülân için, şöyle vasiyet ettim" demek ve vasiyette kullanılan buna benzer hükümler söylemektir. Buna icap denir. Vasiyette adı geçen kimse; vasiyet eden şahsın ölümünden sonra kabul ederse, vasiyet gerçekleşir.(38) Fakat vasiyet; fakirler, yolda kalanlar veya ilim tahsil edenleri esas almışsa, kabule ihtiyaç yoktur. Sadece icap ile mün'akid olur.

 1918 Vasiyet'in sıhhati için; kabul'ün icaba muvâfakati şarttır.(39) Binaenaleyh bir kimse iki şahsa: "-Şu evimi size vasiyet ettim" dedikten sonra vefat etse, o iki şahıstan yalnız birisi kabul, diğeri red etse, vasiyet batıl olur. Çünkü şart; yâni her ikisinin kabulü sözkonusu olmamıştır. Vasiyet eden kimsenin temlike (Mülk edindirmeye) ehil olması gerekir. Küçük çocuğun veya aklî dengesi bulunmayan kimsenin (mecnunun, delinin vs.) vasiyet etmesi câiz değildir.(40) Vasiyetin bir şartı da; vasiyet vaktinde, kendisi için vasiyet edilen şahsın hayatta olmasıdır. Zira ölü için vasiyet batıl olur. Vasiyet edilen şeyin; gerek mal gerek menfaat olsun; vasiyet edenin ölümünden sonra, temlik edilebilir olması da şarttır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Şüphesiz ki Allahû Teâla (cc) her hak sahibine hakkını vermiştir. Dikkat ediniz!.. Vâris için vasiyet yoktur"(41) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla vasiyet edilen kimsenin; varislerinden olmaması da şarttır. Yine diğer bir Hadis-i Şerif'te: "Katil için vasiyet yoktur"(42) buyurulmuştur. İster kasden, ister hata sonucu olsun; vasiyet edeni öldüren kimse için (Kendisine vasiyet edilmiş olsa bile) vasiyet câiz olmaz. Müslümanın zimmi, zimminin de müslüman için; yaptığı vasiyet geçerli olabilir.(43) Harbi'ye (Saldırgan Kâfire) yapılan vasiyetin bâtıl olduğu hususunda icmâ vardır. Dikkat edilirse; vasiyetin sıhhat şartları; hem vasiyet edende, hem vasiyet edilende aranır. Ayrıca vasiyet edilen mal veya menfaatin mülk edindirilmeye elverişli olması da şarttır.

 1919 Varisler kabul etse de, etmese de; vasiyet, malın üçte birini aşmamak şartıyla câizdir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Allahû Teâla (cc) size, mallarınızın üçte birini, ömürlerinizin sonunda, amellerinizde sizin sevabınızı artırmak için tasadduk etti. Şu halde siz; malınızın üçte birini dilediğiniz yere (vasiyet ederek) verin"(44) buyurduğu bilinmektedir. Vasiyet ölümden sonra izâfe edilen bir temliktir. Bu sebeble; vasiyet edilen kimsenin vâris olup olmamasına ölüm vaktinde itibâr edilir. Vasiyet vaktinde itibar olunmaz. Ancak malının üçte birinden fazlasını vasiyet etmesi câiz değildir. Resûl-i Ekrem (sav) ağır hasta olan Hz. Saad İbn Vakkas (ra)'ı evinde ziyaret eder. Hal hatırdan sonra Hz. Saad (ra): "-Ya Resûlallah!.. Ben malı bulunan bir kimseyim. Bir tek kızımdan başka vârisim de yoktur. Malımın üçte ikisini vasiyet etsem ne dersiniz?" sualini tevcih eder, Resûl-i Ekrem (sav) "-Hayır!.." cevabı verir. Bunun üzerine Hz. Saad İbn Ebî Vakkas (ra): "-Peki!.. Yarısını sadaka olarak vereyim mi?" diyerek, durumu öğrenmek ister. Resûl-i Ekrem (sav) yine: "Hayır" cevabını verir Hz. Saad İbn Ebi Vakkas (ra) sadaka hususunda kararlı olduğu için "-Ya üçte birine ne dersiniz?" sualini tevcih eder. Bunun üzerine Resûlallah (sav): "Üçte biri olabilir amma, o bile çoktur. Senin geriye zengin vârisler bırakman, insanlardan dilenen fakir kimseler bırakmandan daha hayırlıdır"(45) buyurur. Vârislerden bazısının payını azaltmak, bazısının payını yükseltmek için (Vârislerden birine) vasiyet yapmak câiz değildir. Bu hususta icmâ hâsıl olmuştur.(46) Esasen vârislerden birine yapılan vasiyet; diğerlerine Allahû Teâla (cc)'nın tanıdığı hakkı iptal etmek manasını taşır. Fakat bir kimsenin; hiçbir vârisi yoksa, malının tamamını vasiyet etmesinde bir mahzur yoktur, vasiyet edebilir.(47) Zira vasiyete engel olan husus; vârislere Allahû Teâla (cc)'nın tanıdığı haktır. Engel ortadan kalkınca; malın tamamını vasiyet etmek sahih olur.

VASİYET NE ZAMAN YAPILMALIDIR?

 1920 Resûl-i Ekrem (sav)'in: Hiçbir müslümanın; vasiyet edeceği birşey varken, vasiyetini yazmadan iki gece (dahi) yatması doğru değildir"(48) buyurduğu bilinmektedir. Vasiyet ederken; akrabası olduğu halde, vâris durumunda olmayan ve hakikaten ihtiyaç içinde olan kimseler tercih edilmelidir. Hanefi fûkahası: "Malı, fakir olan akrabaya (vâris olamamak şartıyla) vasiyet etmek efdaldir. Çünkü Resûl-i Ekrem (sav): "Sadakanın efdali; (Mahrum edildiği zaman) kin tutacak zi-rahme (akrabaya) verilendir" buyurmuştur. Vârislerin mâli durumu iyi değilse veya mirâs kalacak mala ihtiyaçları varsa, vasiyeti terketmek daha evlâdır. Vârislerin ihtiyacı yoksa; yakın akrabaya vasiyet etmek daha efdaldir"(49) hükmünde müttefiktir. Bilindiği gibi Vasiyet'in hükmü: Vasiyet edilen malın veya menfaatin, bir başka kimseye (Vasiyet edilene) mülk edindirilmesidir. İhtiyaç sahibi akraba bu sayede; yeni mülke kavuşarak, diğer insanlardan müstağni duruma gelir. Eğer bir menfaat ise; belirli süre içerisinde, ondan faydalanmasına vesile olur.

VASİYET'İN KISIMLARI

 1921 Vasiyeti beş kısımda mütâlâa etmek mümkündür.

 Birincisi: Vâcip olan vasiyet'dir. Mükellefin üzerinde; emânet, meçhûl (varislerin bilmediği) borçlar, verilmemiş zekât, öşür ve bunun gibi mâli ibadetler, yerine getirilmemiş nezr(adak), hacc gibi hususlar, meşrû sebeblerle tutulamayan Razaman orucu'nun fidyesi veya keffâretler sözkonusu ise, bunları vasiyet etmesi vâciptir.

İkincisi: Müstehab olan vasiyet'dir. Bir mü'minin; hiçbir vârisi bulunmaz ve borcu da olmazsa; bütün mal ve menfaatlerini İslâmi hizmetlere harcanmasını vasiyet etmesi müstehaptır.

 Üçüncüsü: Mendub olan vasiyet'dir. İslâm'a hakkı ile hizmet edemediği için üzülen bir mü'min'in; İslâm'ı tebliğ eden ûlemaya ve cihad eden kimselere vasiyette bulunması mendub'dur.

 Dördüncüsü: Mübah olan vasiyet'dir. Kimsesizlere, yolda kalmışlara ve fakirlere vasiyette bulunmak mübâh'dır.

 Beşincisi: Mekrûh olan vasiyet'dir. Bir mü'minin; İslâmi hududlara riâyet etmeyen ve haram işlemekle meşgul olan kimselere vasiyet etmesi mekruhtur.(50)

 1922 Kur'ân-ı Kerîm'de: Ey iman edenler!.. Ölüm (ün sebebleri) herhangi birinizin karşısına gelip çattığı zaman; (edeceğiniz) vasiyyet zamanında aranızda ya içinizden adâlet sahibi iki şâhid (tutun), yahud yeryüzünde sefer halinde iken başınıza ölüm musiybeti gelmişse, sizden olmayan diğer iki keşiyi (şâhid) yapın"(51) hükmü beyan buyurulmuştur. Vasiyet'in; iki âdil şâhidle tesbiti oldukça önemli bir hadisedir. İmam-ı Kasani; bu Ayet-i Kerime'nin vasiyetin meşruluğuna kat'i delil olduğunu zikreder. Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav)'den itibaren hiç kimsenin vasiyette itiraz etmediğini; bunun da "icmâ sebebi" olduğunu kaydeder.(52) Eğer vârisler; vasiyetin var olup-olmadığı hususunda ihtilâfa düşerlerse, Kadı (Hâkim) konuyu çözüme bağlar!.. Hanefi fûkahası; vasiyet hususunda şâhid tutmanın esas olduğunda ittifak etmiştir.(53) Dolayısıyla "Vâsiyet" etmeyi düşünen bir mü'min: Mutlaka iki âdil şâhid bulundurmalıdır.Vasiyet'in yerine getirilmesi; borcun ödenmesinden sonraya bırakılır. Zira borcun ödenmesi farzdır.(54) Ancak alacaklılar; ölüm hadisesinden sonra, borcu bağışlarlarsa, engel ortadan kalktığı için vasiyet derhal yerine getirilir.

TERİKE'NİN TARİFİ VE TAKSİMİ

1923 "Terike" veya "Tirke" kelimeleri; terketmek ve bırakmak manasına gelen, "Terk" kökünden isimdir. İslâmi ıstılâhta: "Mûrisin (Ölen kimsenin) geride bıraktığı ve vârislerine intikâl eden her şeye terike denir"(55) tarifi esas alınmıştır. Şer'an Mûrise (Ölen kimseye) âit olan; menkul, gayr-i menkul ve alacakların tamamı, bunlarla mütâla edilebilen ve bunun gibi; mûrise ait şahsâ haklar; terike'sine dâhil değildir. Mûrisin (ölen kimsenin); Techiz ve Tekfini yapıldıktan, borcu ödendikten ve vasiyeti yerine getirildikten sonra; kalan mal, vârislerine şer'i ölçüler içerisinde taksim edilir.(56)

FERÂİZİ İCRÂ MEMURU (KÂSIM) VE VAZİFESİ

1924 Akil-baliğ olan vârislerin aralarında anlaşarak; mirâsı taksim etmeleri mümkündür. Çünkü hak kendilerine âiddir. Buna "Rizâen Taksim" adı verilir. Ferâize göre taksimin ne şekilde yapılacağını bilmiyorlarsa; ehil olan bir âlime müracaat ederek, meselenin çözümünü talep edebilirler. Esasen taksimin sebebi; ortakların (veya ortaklardan sadece birisinin) hissesinden faydalanmak arzusudur. Esasen vârislerden; taksim hususunda talep olmazsa, mesele atıl kalır.(57) Vârisler arasında; terikenin paylaşılması hususunda ihtilâf çıkarsa ne olacaktır? İşte bu noktada "Kazâen taksim" hadisesi gündeme girer.(58) Ferâizi icrâ memuru (Kâsım) mirâs davalarında mü'minlerin ihtilâflarını hükme bağlayarak kadı'ya yardımcı olur. İmam-ı Şafii (rha) "Kâsımlar; (Ferâizi icrâ memurları) hâkimler gibidirler"(59) diyerek, kazâ fonksiyonunu yerine getirdiklerine işâret etmiştir.

 1925 Sahabe arasında; "Ferâiz" hususunda Hz. Zeyd b. Sabit (ra)'in mütehassıs olduğu bilinmektedir. Gerek Hz. Ömer (ra)'in, gerek Hz. Osman (ra)'ın hilâfeti döneminde; Medine'de kadılık görevini yürüten ve mirâs hususundaki ihtilâfları hükme bağlayan Zeyd b. Sabit (ra)'in bu sahadaki ilmi, tecrübeyle gelişmiştir. Hz. Ali (ra)'nin; Hz. Abdullah b. Yahya El Kindi (rha)'yi ferâizi icrâ memurû (Kâsım) tâyin ederek, "Beytülmal'den"maaş bağladığı sabittir.(60) Esasen mirâs meselesindeki ihtilâfların kazâ ile ilgili olduğu gizlenemez. Hanefi fûkahası: "Vârislerin müracatı ve müvafakatı ile taksim câiz olur. Çünkü hak onlara âiddir. Aylığı "Beytül'mal"den verilmek üzere; ferâizi icrâ memuru (Kâsım) tayin etmek müstehabtır. Zira essah olan kavle göre; taksim kazâ görevi cinsindendir. Bu ihtilâfın tamamen ortadan kaldırılması içindir. Böyle olunca Kadı'nın (Hâkim'in) aylığına benzer. (Yani "Beytülmal"den verilir) İmam-ı Azâm Ebû Hanefi (rha)'ye göre; vârislerin sayısına göre ücretle kâsım'ı (Ferâizi icrâ memurunu) tâyin etmek de sahihtir. Zira menfaat hassaten onlar içindir"(61) hükmünde ittifak etmiştir. İmam-ı Şafii (rha)'ye göre de; ferâizi icrâ memuru (Kâsım) "Beytülmal'den" maaşını alır.(62)

 1926 Kâsım'da (Ferâizi icrâ memurunda) aranan vasıflara gelince; kazâ işleriyle meşgul olan kimsede (Kadı'da) aranan her özellik her kâsım'da da aranır.(63) Günümüzde; ferâiz sahasında ilmi olan kimselere, vârislerin mürâcaatı esastır. Mirasın nasıl taksim edileceği hususunda; bir-çok eserde, yeterli bilgi vardır. Fakat bunların pratiğe uygulanması, sanıldığı kadar kolay değildir. Nitekim Hz. Ömer (ra)'e ferâiz konusunda bir sual tevcih edilmiş; kendisi müctehid olduğu halde, meselenin çözümünü Hz. Zeyd b. Sabit (ra)'e havale etmiştir. Bir belde de; Ferâiz ilmine vakıf birden fazla kimse varsa, tamamından faydalanmak da mümkündür.

 1927 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ferâizi (Kur'an'da bildirilen) sâhiplerine veriniz. (Bunlardan) Geri kalan mal ise; asabeden en yakın olan er kişiye âiddir"(64) buyurduğu bilinmektedir. Mûrisin bıraktığı mal, sırasıyla şu kimseler arasında taksim olunur.

 1. Ashab-ı Ferâiz!.. Kitap, sünnet ve icmâ ile, payları kat'i olarak bilinen vârisler.

 2. Asabe!..

 3. Hisselerinden başka kalan malı da red yoluyla alan kimseler.

 4. Zevi'l erham

 5. Mevlâ'l muvâlat

 6. Kendisi üzerinde neseb ikrar olunan kimse (Mukarrun leh bi'n neseb al'l gayr)

 7. Kendisine vasiyet olunan şahıslar

 8. Beytü'lmal.

 1928 Kur'an'da tâyin olunmuş hisseler (Fürûz-u Mukaddere) altıdır:

 1. Malın yarısı (1/2)

 2. Dörtte biri (1/4)

 3. Sekizde biri (1/8)

 4. Üçte ikisi (2/3)

 5. Üçte biri (1/3)

 6. Altıda biri (1/6) şeklindedir.(65)

HACB'IN TARİFİ VE ÇEŞİTLERİ

1929 Önce kelime üzerinde duralım. Hacb lûgatta; men etmek, kaldırmak ve def etmek gibi manalara gelir. Ferâizde: "Mûrisin (Ölen kimsenin) yakın akrabasının, daha uzak olanları mirâstan düşürmesine veya onların mirâslarını azaltmasına "Hacb" denilmiştir"(66) Genel kaide; derecesi mukaddem olan (yakın olan) vârisin, muahhar olanı (sonra geleni) mirâstan hacb edeceğidir. "Hacb-i Noksan" ve "Hacb-i Hirman" olmak üzere ikiye ayrılır. Meselenin daha net olarak kavranabilmesi için; her ikisi için de birer örnek verelim: Karı-kocanın birbirinden alacağı miktarı; çocukların varlığı veya yokluğu ile değişir. Ölen kadının çocuğu yoksa; kocası malın yarısını alır. Ancak Çocuğu varsa; kocaya düşen miktar, dörtte bire (1/4) iner. Kadın; ölen kocasının çocuğu yoksa, malın dörtte birini (1/4) alır. Çocuğun varlığı halinde bu miktar sekizde bire (1/8) düşer. İşte bu farklılaşma "Hacb-i Noksan"dır. dikkat edilirse çocuğun varlığı veya yokluğu mirâsın miktarının değişmesine sebeb olmaktadır. Mûrisin (ölen kimsenin) babasının, dedesinin veya çocuklarının bulunmaması hâlinde; anne bir kardeşlerine mirâs düşer. Fakat onların varlığı (yani ölen kimsenin, babasının, dedesinin veya çocuklarının); anne bir kardeşlerin mirâstan tamamen mahrum olmalarına sebebtir. Buna da "Hacb-i Hirman" denilir. Hanefi fûkahası; bu konu üzerinde hassasiyetle durmuş; yakın ve uzak akrabanın durumlarını ayrı ayrı ele almıştır!..(67)

VÂRİSLERİN TASNİFİ VE TARİFİ

1930 ASHÂB-I FERÂİZ: Kitap, sünnet ve icmâ ile; hakları takdir edilen (farz kılınan) sehim sahiplerine "Ashab-ı Ferâiz" denilir. Tarifinden de anlaşılacağı gibi; mûrisin (ölen kimsenin) en yakını olan sınıftır. Bunlar kat'i nasslarla sâbit olan paylarını aldıktan sonra; geriye bir-şey kalırsa, ikinci derecede olanlar gündeme girer. Ashab-ı Ferâiz; on tanesi "Neseb" yönünden, iki tanesi "Sebeb" noktasından, toplam oniki'dir. Bunlar:

 1. Baba

 2. Sahih dede (Babanın babası)

3. Anne bir kardeş

4. Kız

 5. Oğlun kızı

6. Anne-baba bir kızkardeş

7. Baba bir kız kardeş

8. Anne bir kız kardeş

9. Anne

 10. Sahih nene (ölüye nisbetinde fâsid dede araya girmeyen nene)

 Sebeb noktasından vâris olanlar:

 1. Koca

 2. Karı!..

Fûkaha: "Ashâb-ı Ferâiz'in" durumlarını ayrı ayrı ele alarak, kırk hal tesbit etmiştir: Şimdi farz sâhiplerini ve hallerini ele alalım.

Farz Sahipleri (Ashab-ı Feraiz)

Hallerinin Sayısı

 

  Baba

3

  Koca

 

2

  Karı (Zevce)

2

  Anne

3

  Sahih Dede (Cedde-i Sahiha)

4

  Kız çocuğu

3

  Oğulun kızı

6

  Anne-Baba bir kız kardeşler

5

  Baba bir kız kardeş

7

  Sahih Nene

2

  Anne bir kardeşler

3

Toplam

40 hal

1931 MİRÂSTA "BABANIN" DURUMU: Vâris olarak babanın; "Farz-ı Mutlak", Farz-ı maa't-tâsib" ve "Ta'sib-i Mahz" olarak isimlendirilen üç hali vardır. Şimdi bunları sırasıyla ele alalım. Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Ölenin) çocuğu varsa anne ve babadan her birine terikenin altıda biri (verilir)" buyurulmuştur. Eğer baba; oğul veya oğlun oğlu... ile berâber vârisse, oğul birinci sınıf asabe olarak kalanı alır. (Baba Ayette sabit olan hissesini alır) Resûl-i Ekrem (sav): "Hisseleri ehillerine verin. Kalan mala en lâyık olan erkektir" buyurmuştur. Oğul mûrise (ölen kimseye) babadan daha yakındır.

 Bu hale "Farz-ı Mutlak" denilir. Şöyle gösterebiliriz:

İkinci hal şudur: Baba, mûrisin (ölen kimsenin) kızı veya ilâ nihâye oğlunun kızı ile birlikte bulunursa; hem farz olan hisselerini, hem de artanı alır. Baba burada hem ashab-ı ferâiz, hem asabe durumundadır.

 Bu hale "Farz-ı maa't-Ta'sib" denilir Şöyle gösterebiliriz:

Üçüncü hal şudur: Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Ölenin) çocuğu olmayıp da, ona anne ve babası mirascı olursa, üçte biri annesinindir. (Geriye kalan babasının olur)" buyurulmuştur. Buna "Ta'sib-i Mahz" denilir. Şöyle gösterebiliriz:

1932 MİRÂSTA "KOCA'NIN" DURUMU: Kur'ân-ı Kerîm'de: "Karılarınızın çocuğu yoksa, terikesinin yarısı sizindir. Eğer onların çocuğu varsa size terikesinden (düşecek hisse) dörtte birdir" buyurulmuştur. Dikkat edilirse; Ayeti Kerime'de iki hal sarih olarak beyan edilmiştir. Mûrisin (ölen kadının) çocuğu yoksa; kocasına, malının yarısı (1/2), çocuğu varsa dörtte biri (1/4) verilecektir.

1933 MİRÂSTA "KARI'NIN (ZEVCE'NİN)" DURUMU: Kur'ân-ı Kerîm'de: "Eğer çocuğunuz yoksa bıraktığınızdan dörtte biri onların (karılarınızın)dır. Şâyed çocuğunuz varsa terikenizden sekizde biri yine onlarındır" hükmü beyan edilmiştir. Ayetteki çocuk kapsamına; oğul, oğlun oğlu... kız veya oğlun kızı da dâhildir.

Birinci hal; mûrisin (ölen kocanın) çocuğu yoksa, karısının dörtte bir almasıdır. Şöyle gösterebiliriz:

Mûrisin (ölen kocanın);anne-baba bir erkek kardeşi veya kızkardeşi ile beraber,kadın mirasçı olursa durum şöyle olur:

İkinci hal şudur: Mûrisin (ölen kocanın) oğlu veya kızı ile beraber; karısı mirasçı olursa, terikenin sekizde biri (1/8) karısınındır. Şöyle gösterebiliriz.

1934 MİRÂSTA "ANNE'NİN" DURUMU: Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Ölenin) çocuğu varsa; anne ve babadan her birine terikenin altıda biri (verilir)" buyurulmuştur. Mûrisin (ölen kimsenin) iki erkek çocuğu ve bir kız çocuğu olduğunu farzedelim; bunlarla birlikte annesinin mirâstaki durumunu gösterelim. Çizelgede de gösterdiğimiz gibi annenin üç hali vardır.

 Bu birinci haldir:

Dikkat edilirse mûrisin annesi (1/6) hisseni almış, kalanı (mûrisin) iki oğlu ile bir kızı (ikili-birli) paylaşmışlardır.

İkinci hal şudur: Anne; mûrisin (ölen kimsenin) kocası ve babasıyla birlikte vâris olursa, mûrisin kocası hisseni aldıktan sonra kalanının üçte birini alır. Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Ölenin) çocuğu olmayıp da, ona (ölene) anne ve babası mirasçı olduysa, üçte biri annesinindir" hükmü beyan buyurulmuştur. Ayetin zahirinde iki hal sözkonusudur.

 Birincisi: Anneye terikenin tamamının üçte birinin verilmesidir. bu durumda anne; babadan daha çok mirâs alır. İbn-i Abbas (ra)'dan gelen rivâyet budur. Zira anne ashab-ı ferâizden olup, hissesi üçte birdir. Baba asabeden olup, kalanı alır. Ancak bu Ferâiz kuralı açısından bazı mahzurları beraberinde getirmektedir. Hz. Zeyd b. Sabit ve Hz. Ali (ra)'den gelen rivayete göre; burada mûrisin (ölen kimsenin) kocası hissesini aldıktan sonra, anneye kalanın üçte biri verileceğidir. Cumhurun görüşü de budur. Buna "Sülûsü'l Bakiyye'de" denilmiştir. Şöyle gösterilebilir:

Burada annenin hissesini bulmak için; ön bir hesaba ihtiyaç vardır. Şöyle ki kocaya göre; mirâsın tamamı 2/2 olup, yarısı (1/2) kendisine aiddir. Bu durumda:

kalan hisse olur. Anne; (mûrisin) kocasından kalan hissenin üçte birini alacaktır. Bu sebeble 1/3 ile çarpılarak hissesi tayin olunabilir.

Şimdi ortaya çıkan hisseleri toplarsak:

olur. Mirâsın tamamı (6X6) olduğuna göre; yeni bir işleme dâhi ihtiyaç vardır. Çünkü kalanı tesbit mecburiyetindeyiz:

olur. Bu asabeden olan babaya düşen hissedir.

 Üçüncü hal şudur: Anne; mûrisin (ölen kimsenin) oğlu veya daha fazla kardeşiyle bulunmadığı, eşi ve babasıyla da birlikte olmadığı zaman bütün mirâsın üçte birini alır. Daha açık bir ifâde ile; birinci ve ikinci halde bulunmadığı zaman üçte birini alır.

Burada baba; asabe olarak mûrisin (ölen kimsenin) kalan malını almıştır. Ashâb-ı Ferâiz durumunda olan annedir.

 1935 MİRÂSTA "SAHİH DEDE'NİN" DURUMU: Mûrisle (ölen kimseyle) arasında kadın bulunmayan dedeye "Sahih Dede" adı verilmiştir. Babanın babası, babanın babasının babası!.. Araya kadın girerse "Fâsid dede" denir ki; bu "Zevi'l-erham" içerisinde mütâlaa edilebilir. Sahih dede; babanın olmadığı durumlarda, baba gibi mütalâa edilmiştir. Baba vâris olunca, dede düşer. Bu hususta icma hasıl olmuştur. Resûl-i Ekrem (sav)'in; babanın olmadığı durumda, dedeye aynen onun gibi muâmele edilmesini tavsiye ettiği bilinmektedir. İki kız ile birlikte vâris olarak kalan dede Resûl-i Ekrem (sav)'e hissesinin olup-olmadığını sormuş, Resûlallah (sav): "-Sana altı da bir hisse var" cevabını vermiştir. Dede meselesini öğrendikten sonra giderken: "-Sana bir altı da bir daha var" buyurmuştur.(68) Bu dedenin önce; "Ashâb-ı Ferâiz" hissesi olarak altıda bir pay alacağının, daha sonra (iki kızdan Orta kalan hisseye) asabe olarak da vâris olacağının delilidir. Sahih dede'nin dört hali vardır.

 Birinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) babası olmayıp da, onun oğlu veya oğlunun ilânihaye oğlu ile bulunursa altıda bir (1/6) hisse alır.

İkinci hali şudur: Dede; mûrisin kızı veya ilânihaye oğlunun kızıyla birlikte varis olursa altıda biri (1/6) ve asabe olarak kalanını alır.

Dikkat edilirse; dedeye, önce ashâb-ı ferâiz olarak bir hisse verilmiştir Kız mûrisin (ölen kimsenin) malının yarısını almıştır, dolayısıyla bu üç hissedir. Geriye kalan iki hisse; asabe olarak dedeye verilmiştir.

 Üçüncü hali şudur: Dede yalnızca asabelik hissesi alır ve buna "Te'sib-i Mahz" denilir. Şöyle ki; Mûrisin (ölen kimsenin) sadece karısı varsa; dede de onunla birlikte vâris durumunda ise, asabe olarak hisse alır.

Dördüncü hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) babası hayatta ise; dede vâris olmaktan düşer. Zira baba; hem muayyen hisseyi almada, hem de asabe hususunda dedeyi (Kuvve-i Karâbet noktasından) düşürür.

Dikkat edilirse mûrisin (ölen kimsenin) karısı; ashâb-ı ferâiz olarak terikelerin dörtte birini (1/4) alır. Terikenin kalanı; asabe olarak babaya verilir. Dede hayatta olduğu halde, babanın bulunması sebebiyle düşmüştür.

 1936 MİRÂSTA "KIZ ÇOCUĞUNUN" DURUMU: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu olmayıp, diğer vârislerle birlikte yalnız bir kızı bulunursa terikenin yarısını (1/2) alır. Kur'ân-ı Kerîm'de: "... kız bir tane ise, mirâsın yarısı onundur" hükmü beyan buyurulmuştur. Şimdi mûrisin (ölen kimsenin) karısı, kızı ve anne-baba bir kardeşinin varlığını ele alalım. Bu durumda farz sahipleri karısı ve kızıdır.

İkinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu olmayıp, iki veya daha fazla kızı diğerleriyle birlikte vâris olurlarsa üçte ikisini (2/3) alırlar. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Kızlar ikiden fazla ise, mirâsın üçte ikisi onlarındır" buyurulmuştur. Ayetin zahiri iki ayrı görüşe meydan vermektedir. İbn-i Abbas (ra) iki kızı, bir kız hükmünde mütâlâa etmiştir. Terikenin üçte ikisini almak için, en az üç kızın bulunması gerektiğine kâildir. İbn-i Mesûd (ra) ise; ayetin "İki ve ikiden fazla kız şeklinde anlaşılması" gerektiğine kâildir. Nitekim Enfâl Sûresinde: "(Eğer) ölenin iki kızkardeşi varsa, bıraktığının üçte ikisi onlarındır" buyurulmuştur. Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav); Uhud savaşında şehid düşen Hz. Sa'ad İbn Rabi'nin iki kızına terikenin üçte ikisini (2/3) vermiştir.(69) Ayet-i Kerime'nin bu sırada nâzil olduğu ve ilk mirâs taksiminin Resûlallah (sav) tarafından bu şekilde yapıldığı kayıtlıdır. Meseleyi şöyle gösterebiliriz:

Üçüncü hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu ile birlikte kızı vâris olurlarsa, ikili-birli paylaşırlar. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah size (mirâs hükümlerini şöylece) tavsiye (ve emir) eder. Çocuklarınız hakkında erkeğin hissesi, iki kızın hissesi kadardır" hükmü beyan buyurulmuştur. Şimdi bir kadının öldüğünü; geriye kocası, oğlu ve kızı kaldığını kabul edelim. Mesele şu şekilde olur:

Dikkat edilirse kız; oğlanın yarısı kadar hisse almıştır. Burada hepsi "Ashâb-ı ferâiz" durumundadır. Bir misâl daha verelim. Farzedelim ki; Ahmed Efendi kaza sonucu öldü. Geriye karısı, iki oğlu ve üç kızı kaldı. Bunlar terikeyi şu şekilde paylaşırlar.

1937 MİRÂSTA "OĞLUN KIZININ (BİNTÜ'L İBN)" DURUMU: Oğlun kızı veya oğlun... oğlunun kızı için vâris olmada altı hal sözkonusudur. Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu veya kızı bulunmayıp (daha önce öldükleri için), oğlunun bir tane kızı varsa, bu terikenin yarısını (1/2) alır. Kız bulunmayınca, oğlun kızının onun yerine geçeceği sünnetle sâbittir. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Oğulların çocuğu, insanın kendi çocuğu hükmündedir. Kendilerinin üstünde de bir oğul yoksa; bunların erkekleri, adamın kendi erkek çocukları gibi, kızları da kendi kız çocukları gibidir. Onlar gibi dedelerine vâris olurlar, onlar gibi mirâstan mahrum olurlar. Oğlunun çocuğu, oğul ile birlikte vâris olamaz"(70) buyurduğu bilinmektedir. Kız bulunmayınca; oğul kızının onun yerine geçeceği hususunda icma vardır. Çünkü nass'da geçen çocuk lafzı, oğul kızına da şâmildir.(71) Ancak mûrisin (ölen kimsenin) kızının çocukları; başka bir neslin (damad'ın) devamı sayılır. Bunlar fevkalâde durumlarda "Zevi'l-erham" olarak mirâsa girebilirler. Şimdi oğul kızının altı halini açıklayalım. Mûrisin (ölen kadının) kocası, oğlunun kızı ve (anne-baba bir erkek) kardeşi var. Mesele şöyle olur.

İkinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu veya kızı bulunmayıp da, oğlunun iki veya daha fazla kızları olursa, terikenin üçte ikisini (2/3) alırlar. Mesele şöyle olur:

Üçüncü hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu bulunmayıp, oğlunun bir veya da daha fazla kızı, mûrisin yalnız kızıyla beraber vâris olurlarsa, terikenin altıda birini (1/6) alırlar. İbn-i Mesûd (ra)'dan rivayete göre Resûl-i Ekrem (sav); kıza terikenin yarısını, oğul kızına üçte ikiyi tamamlamak için altı da birini, geri kalanını da kız kardeşe vermişti.(72) Mesele şöyledir;

Dördüncü hali şudur: Mûrisin oğlu olmayıpda; oğlunun ilânihâye oğlunun bir veya daha fazla oğlu ile kızı bulunduğu takdirde müşterek asabe olarak (ikili -birli) terikeyi paylaşırlar. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kızların hakkı, üçte ikiden ziyâde olamaz" buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla aldıkları toplam hisse 2/3 geçemez. Mesele şöyledir:

Beşinci hali şudur: Biraz önce de zikrettiğimiz gibi; kızların hakkı üçte ikiyi geçemez. Mûrisin; iki veya daha fazla kızı bulununca, oğlun kızına hisse kalmaz. Buna "Ademü'l-irs" (Mirâs Hissesinin yokluğu) denilmiştir. Diyelim ki; mûrisin (ölen kimsenin) iki kızı, oğlunun kızı ve (anne-baba bir erkek) kardeşi hayattadır. Mesele şöyle olur.

Dikkat edilirse; kızın hissesi üçte ikiyi geçemiyeceği nassla sâbit!.. Burada mûrise daha yakın olan iki kız; üçte ikisini (2/3) alınca, oğlun kızına hisse kalmadı. Terike'den artanını asabe olarak anne-baba bir erkek kardeş alır.

 Altınca hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu veya oğlunun oğlu bulunduğu zaman, oğlun kızları mirâstan düşer. Zira Resûl-i Ekrem (sav) "Hisseleri ehillerine verin. Kalan mala en layık olan erkektir"(73) buyurmuştur. Diyelim ki; Ali efendi öldü. Geriye karısı, oğlunun oğlu ve oğlunun oğlunun kızı kaldı. Mesele şöyledir:

1938 MİRÂSTA "ANNE-BABA BİR KIZKARDEŞİN" DURUMU: Daha önce de (çizelgede) belirttiğimiz gibi "Anne-baba bir kızkardeşin" (uht liebeveyn-uht lehûma) mirâsta beş hali vardır. Birinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu veya kızı, oğlunun ilânihaye oğlu veya kızı, yahud babası, yahud sahih dedesi bulunmayıp da, bir tek anne-baba bir kızkardeşi hayatta olursa terikenin yarısını (1/2) alır. Kur'ân-ı Kerîm'de (En-Nisâ: 176): "Habibim senden fetvâ isterler. De ki; Allah, babası ve çocuğu olmayanın mirâsı hakkında hükmü (şöylece) açıklar: Eğer çocuğu (ve babası) olmayan bir erkek ölür, geride (Anne-baba bir) bir tek kızkardeşi kalırsa mirâsın yarısı onundur" hükmü beyan buyurulmuştur. Ayetteki "uht" (Kızkardeş) kelimesi; anne-baba bir baba bir kızkardeşi ifâde eder. Bu konuda icmâ vardır.(74) Zira anne bir kardeşler için; En Nisâ Sûresi'nin onbirinci ayeti vardır. Şimdi diyelim ki Mehmed Efendi öldü!.. Geriye karısı, anne-baba bir kızkardeşi ve amcası'nın oğlu kaldı. Mesele şöyledir:

İkinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu, kızı, oğlunun oğlu, oğlunun kızı, babası, dedesi olmayıp da, iki veya daha fazla anne-baba bir kızkardeşi bulunursa terikenin üçte ikisini (2/3) eşit olarak paylaşırlar. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Eğer (aynı şartlarda kalan) kız kardeş, iki (veya daha fazla) ise, erkek kardeşinin bıraktığının üçte ikisi onlarındır" (En Nisâ: 176) buyurulmuştur. Mesele şöyledir.

Üçüncü hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu, ilânihaye oğlunun oğlu veya babası yahud dedesi olmayıp da; anne-baba bir erkek kardeşleri ile beraber kız kardeşleri bulunursa, müşterek asabe olurlar. Terikeyi aralarında ikili-birli bölüşürler. Kur'ân-ı Kerîm'de (En Nisâ: 176): "Eğer (yine aynı şartlarda) erkek ve kız kardeşler ise; o zaman erkek kardeşin hissesi, iki kızın hissed kadardır" buyurulmuştur. Bu ayette; kız kardeşlerin hissesinin belirlenmesi, erkek kardeşle birlikte asabe olacağına delâlet eder. Farzedelim ki Cemil Efendi öldü!.. Geriye karısı, üç kız kardeşi ve iki erkek kardeşi vâris olarak kaldılar. Bu durumda mesele şöyledir:

Dördüncü hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) anne-baba bir kızkardeşi; mûrisin kızı veya oğlunun kızı ile birlikte mirâsçı olursa, sadece asabe hissesini alır. Zira Resûl-i Ekrem (sav): "Kız kardeşleri, kızlarla birlikte olunca asabe yapınız"(75) buyurmuştur. İbn-i Mesûd (ra)'dan; Resûl-i Ekrem (sav)'in bu şekilde tatbikat yaptığı rivayet edilmiştir. Farâzedelim ki; Ali efendi öldü!.. Geriye karısı, kızı ve anne-baba bir kızkardeşi kaldı. Mesele şöyledir.

Beşinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) anne-baba bir kız kardeşleri, mûrisin oğlu, oğlunun oğlu, babası veya dedesi bulununca, terike'den hiçbirşey alamazlar. Sâkıt olurlar. Zira Kûr'an-ı Kerim'de (En Nisâ: 176): "Ölen kimsenin oğlu veya kızı bulunmaz da, bir tek (Anne-baba bir veya baba bir) kız kardeşi olursa, mirasın yarısı onundur" buyurulmuştur. Ayette anne-baba bir kız kardeşin mirâstan hisse alabilmesi; mûrisin (ölen kimsenin) oğlunun veya kızın bulunmamasına bağlanmıştır. Diyelim ki; Arif efendi vefat etti!.. Geriye karısı, oğlu ve anne-baba bir kız kardeşi kaldı. Mesele şöyledir.

1939 MİRÂSTA "BABA BİR KIZ KARDEŞİN" (UHT LİEB) DURUMU: Anne baba bir kız kardeş yoksa; baba bir kız kardeşin aynı şartlarda onun yerine kâim olacağı icmâ ile sâbittir. Çünkü Ayet-i Kerime'de geçen kız kardeş (uht) kelimesinin; baba bir kız kardeşi de kapsamına aldığı bilinmektedir. Anne bir erkek ve kız kardeş hakkında ise özel hüküm bulunmadığı için, onlar ayetin kapsamına giremez. Mûrise (ölen kimseye) karâbet noktasında yakınlık oldukça önemlidir. Daha önce de (çizelgede) belirttiğimiz gibi; baba bir kız kardeşin yedi hali vardır. Şimdi bunları gündeme getirelim:

 Birinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu, kızı, oğlunun ilânihâye oğlu veya kızı, babası, sahih dedesi ve anne-baba bir kardeşleri olmayıpta; sadece bir tane, baba bir kız kardeşi olursa terikenin yarısı (1/2) onundur. Çünkü Ayet-i Kerime'de: (En Nisâ: 176): "Eğer (erkek veya kız) çocuğu (ve babası) olmayan bir erkek ölür, onun bir tek kız kardeşi kalırsa, mirasın yarısı onundur" buyurulmuştur. Diyelim ki; Kamil efendi vefat etti!.. Geriye karısı, baba bir kız kardeşi ve amcasının oğlu kaldı. Mesele şöyledir:

İkinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu, kızı, oğlunun ilânihaye oğlu veya kızı, babası, sahih dedesi ve anne-baba bir kardeşleri olmayıpta; iki veya daha fazla baba bir kız kardeşleri bulunursa, terikenin üçte ikisini (2/3) aralarında eşit olarak paylaşırlar. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de (En Nisâ: 176): "Eğer (aynı şartlarda kalan) kız kardeş; iki (veya daha fazla) ise, erkek kardeşinin bıraktığının üçte ikisi (2/3) onlarındır" buyurulmuştur. Farz edelim Selim efendi öldü. Geriye karısı, iki (baba bir) kız kardeşi ve amca kaldı. Mesele şöyledir:

Üçüncü hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu, kızı, oğlunun ilânihâye oğlu, babası, sahih dedesi bulunmayıp da; yalnız anne-baba bir kız kardeşi ile, baba bir kız kardeşleri vâris olurlarsa, terikenin altıda birini (1/6) alırlar. Diyelim ki Arif efendi vefat etti!.. Geriye anne-baba bir kız kardeşi Halime ile ; baba bir kız kardeşleri (Fatıma, Ayşe) vâris olarak kaldılar. Bir amcası hayatta!.. Mesele şöyle olur.

Dikkat edilecek husus; kızların toplam hissesinin üçte ikisini aşmamasıdır.

 Dördüncü hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu, kızı, oğlunun ilânihaye oğlu, babası sahih dedisi bulunmayıp da; baba bir kız ve erkek kardeşleri vâris olurlarsa, terikeyi aralarında ikili-birli paylaşırlar. Buna müşterek asabelik de denilir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de (En Nisâ: 176): "Eğer (yine aynı şartlarda misâçılar) erkek ve kız kardeşler ise; o zaman erkeğin hissesi, iki kızın hissesi kadardır" buyurulmuştur. Bu ayet; anne-baba bir erkek ve kız kardeş bulunmadığı zaman; baba bir kız ve erkek kardeşlere de şâmildir. Farzedelim ki Mehmet efendi vefat etti!.. Bir (anne-baba bir) kız kardeşi Havva ile; (baba bir) kız kardeşi Zeliha ve (baba bir) erkek kardeşi Zeynel vâris olarak kaldılar. Mesele şöyle olur:

Beşinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu, kızı, babası ve sahih dedesi olmayıp da; anne-baba bir kız kardeşleri iki veya daha fazla olursa, baba bir kız kardeş mirâstan bir-şey alamaz. Buna "Ademü'l-irs" denilir. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de (En Nisâ: 176): "Eğer (aynı şartlarda kalan) kız kardeş iki (veya daha fazla) ise; erkek kardeşin bıraktığının üçte ikisi (2/3) onlarındır" buyurulmuştur. Ayette belirlenen üçte iki (2/3) hisse; anne-baba bir kız kardeşlere verilince; baba bir kız kardeşe hisse kalmaz. Çünkü kızların toplam hissesinin üçte ikiyi aşabilme imkânı yoktur. Farzedelim ki Cafer efendi vefat eti!.. Geriye (anne-baba bir) kız kardeşleri Gülsüm ve Fahriye ile, baba bir kız kardeşi Sıddıka ve amcası kaldı. Mesele şöyle olur:

Altıncı hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu, kızı, oğlunun ilânihaye oğlu, babası, dedesi ve (anne-baba bir) erkek kardeşleri olmayıp da; kız veya oğlun ilânihaye kızı ile birlikte bulunursa asabe olur. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kız kardeşleri, kızlarla birlikte olunca asabe yapınız" buyurduğu bilinmektedir. Hadiste zikredilen kız kardeş lâfzı; öz kız kardeş olmayınca, baba bir kız kardeşi de kapsamına alır. Farzedelim Yusuf efendi öldü. Geriye karısı, oğlunun iki kızı ve baba bir iki kız kardeşi vâris oldular. Mesele şöyledir:

Yedinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) baba bir kız kardeşi; O'nun (mûrisin) oğlu veya ilânihaye oğlunun oğlu, babası, sâhih dedesi, anne-baba bir kız kardeşi ile birlikte bulunursa sâkıt olur. Zira Kur'ân-ı Kerîm de (En Nisâ: 176): "Eğer çocuğu (ve babası) olmayan bir erkek ölür, onun (anne-baba bir veya baba bir) kız kardeşi kalırsa mirâsın yarısı onundur" hükmü beyan buyurulmuştur. Ayette oğul bulununca; baba bir kız kardeşin vâris olamayacağı sarih olarak beyan edilmiştir. Çünkü baba bir kız kardeşin mirâs alması; çocuğun ve babasının bulunmamasına bağlanmıştır. Farzedelim ki Hakkı efendi vefat etti!.. Geriye karısı, oğlunun oğlu ve baba bir kız kardeşi kaldı. Mesele şöyle olur:

1940 MİRÂSTA "SAHİH NENE'NİN" DURUMU: Bilindiği gibi nene; anne veya baba tarafından büyük anneye verilen isimdir. "Cedde-i Sahiha"da denilmiştir. Hz. Ebû Bekir (ra)'in yanına mûrisin (ölen kimsenin) annesinin annesi (Cedde-i sahiha: Nene) gelip, mirâsını talep etti. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (ra): "Allahû Teâla (cc)'nın kitabında senin için bir-şey bulamıyorum. Resûlallah (sav)'dan; bu hususta herhangi bir-şey işitmedim. Sen şimdi git!.. Meseleni sahabe ile görüşeyim yahud görüşümü (ictihadımı) tesbit edeyim" buyurdu. Öğle namazından sonra; konuyu sahabeye açtı. Hz. Mugire b. Şûbe (ra) ayağa kalkarak: "Resûlallah (sav)'in neneye altı da bir hükmettiğini duydum" dedi. Bunun üzerine başka şâhidi olup-olmadığı soruldu. Hz. Muhammed b. Mesleme (ra)'de; aynı mahiyette bir haber işittiğini söyledi. Bunun üzerine neneye terikenin altı da biri (1/6) verildi.(76) Hz. Burde (ra)'den rivayet edildiğine göre; Resûlallah (sav) neneye; yanında anne olmadığı zaman altı da bir (1/6) vermiştir.(77) Dikkat edilirse; Sahih nene'nin (Cedde-i Sahiha) ferâizdeki durumu sünnetle sâbittir. Daha önce de belirttiğimiz gibi (çizelgede) sahih nene'nin iki hali vardır.

 Birinci hali şudur: Bilindiği gibi nene; mirâsa annelik hakkı sâbebiyle dâhil olmuştur. İster anne tarafından olsun, ister baba tarafından olsun, mirâstan düşürecek birisi olmadığı zaman terikenin altı'da birini (1/6) alır. Farzedelim ki bir kazada; Kenan bey ve aile çevresi öldü. Geriye sadece nenesi ve amcası kaldı!.. Mesele şöyledir:

Eğer hem; anneanne, hem babaanne hayatta ise; terikenin altıda birini (1/6) aralarında paylaşırlar.

İkinci hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) annesi hayatta ise; gerek anne tarafından, gerek baba tarafından nene'ler sâkıt olur. Çünkü nene'ler mirâsı: Annelik hakkı olarak alırlar. Annenin bulunması onları düşürür.

 1941 MİRASTA "ANNE BİR KARDEŞLER'İN" DURUMU: Bunlara annenin çocukları (Evlâdü'l-üm) da denilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi; mirâsta üç halde bulunurlar.

 Birinci hali şudur: Kur'ân-ı Kerîm'de (En Nisâ: 12): "Eğer mirâsı aranan erkek veya kadın; çocuğu ve babası olmayan bir kimse olur ve onun (ana bir) erkek veya kız kardeşi bulunursa, bunlardan her birinin hissesi altıda birdir" hükmü beyan buyurulmuştur. Ayetteki "kelâle" lafzı; çocuğu ve babası olmayan kimse manasına gelir. Çocuk kapsamına; oğlu, kızı, oğlunun ilânihâye oğlu ve kızı girer. Ayetteki erkek ve kız kardeş terimleri; anne bir kardeşleri de içine almaktadır.(78) Hz. Ebû Bekir (ra)'in Ayet-i Kerimeyi böyle tefsir ettiği bilinmektedir. Ayrıca Hz. Saad b. Vakkas (ra) dan ve bazı seleften "Velehû ehûn ve ûhtun min ümmin" (Ana bir erkek ve kız kardeşler) şeklinde kıraat rivayet edilmiştir.(79) Farzedelim ki Zeynep hanım vefat etti!.. Geriye kocası; anne bir kız kardeşi ve (anne-baba bir) erkek kardeşi kaldı!.. Mesele şöyle olur:

İkinci hali şudur: Mûrisi (ölen kimsenin) oğlu, kızı, oğlunun ilânihâye oğlu veya kız, babası ve sahih dedesi olmayıp da; iki veya daha fazla anne bir erkek veya kız kardeşi bulunursa terikenin üçte birini (1/3) alırlar. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de: "Eğer, ana bir erkek veya kız kardeşlerin sayısı birden fazla ise, onlar üçte birde ortaktırlar" buyurulmuştur. Ayetteki (şürekât) lâfzı; kız-erkek ayrımı yapılmaksızın eşit taksim edileceğine delâlet etmektedir. Bunlar mûrise (ölen kimseye) bir erkek vâsıtasıyla bağlanmadıkları için, asabe olamazlar. Hisselerinin âzami üçte bir olması (1/3), anne makamına kâim olduklarını gösterir.(80) Farzedelim ki Hakkı efendi vefat etti!.. Geriye karısını, (anne bir) iki erkek kardeşini, (anne bir) bir kız kardeşini ve (hem anne-hem baba bir) erkek kardeşini bıraktı!.. Mesele şöyledir:

Dikkat edilirse; (anne bir) iki erkek ve kız kardeşi, üçte biri aralarında eşit olarak paylaşmışlardır. Karısı, farz olan hissesini almış, kalana ise öz kardeşi asabe sıfatıyla mâlik olmuştur.

 Üçüncü hali şudur: Mûrisin (ölen kimsenin) oğlu, kızı, oğlunun ilânihâye oğlu veya kızı, babası veya sahih dedesi hayatta olduğu zaman; anne bir erkek ve kız kardeşler vâris olamaz, mirâstan düşerler. Çünkü Ayet-i Kerime'de; bunların vâris olması, diğerlerinin bulunmamasına bağlanmıştır.

ASABE'NİN TARİFİ VE TASNİFİ

1942 "Asabe" kelimesi âsıbun'un çoğulu olup; lugat manası yardım etmek, korumak, zabt etmek ve takviye etmektir. Baba tarafından olan akrabalara "Asabe" denilmiştir. Akrabalığa "Usûbet" denildiği gibi; bir şahsa asabe mirâsı vermeye de "Ta'sib" denilir. Asabe Tabiri; kuvvet ve şiddet manalarını da içine alır. Baba tarafından olan akraba arasında; kuvvetli bir irtibat hasıl olup, bir müdâfaa gücü ortaya çıkacağından bu isim verilmiştir. Nitekim sinirlere "âsâb" denilmesi de; vücûdun cüzlerini (organlarını) birbirine bağladığı ve takviye ederek hizmet ettiği içindir. Ferâizde: "Kur'an ve sünnette belirli bir payı olmayıp; ashâb-ı feraizden arta kalanı alan ve yalnız bulunduğu takdirde terikenin tamamına hak sahibi olan vârise asabe denilir"(81) Mâhiyeti dikkate alınarak; neseb sebebiyle asabe (El Asabetü'n-nesebiyye) ve azat etme (Köle ve câriye gibi) sebebiyle teşekkül eden (El Asabetü's-sebebiyye) olmak üzere ikiye ayrılmıştır.(82) Mâlum olduğu üzere; neseb cihetiyle yakınlık, "Ferâizde" önemli bir hadisedir.

 1943 KENDİ BAŞINA ASABE OLANLAR (ASABE BİNEFSİHİ): Mûris'in (ölen kimsenin) neseb noktasından en yakın akrabası kimdir? sualine cevap arayalım. Bu noktada karşımıza; ölen (Mûrise) nisbetle, araya kadın girmeyen erkek vârisler çıkar. Fûkaha (asebe binefsihi) dört kısıma ayırmıştır.

 Birincisi: Mûrisin (ölen kimesinin) cüzü'dür: Oğlu, oğlunun il'ânihaye oğlu!..

İkincisi: Mûrisin (ölen kimsenin) erkek fürûu, aslıdır: Babası, babasının ilânihâyet babası!..

Üçüncüsü: Mûrisin (ölen kimsenin) babasının cüz'üdür: Bu sınıf, babasının anne-baba bir kardeşleri veya baba bir kardeşlerinden teşekkül eder. Onların çocukları da dâhildir. Yâni öz ve üvey amca, onların çocukları!..

Dördüncsü: Mûrisin (ölen kimsenin) dedesinin erkek fürûudur, cüzüdür.(83) Şimdi bu tasnifin delillerini zikredelim.

 1944 Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ölenin çocuğu varsa, anne ve babadan her birine terikenin altıda biri vardır"(84) buyurulmuştur. Dikkat edilirse Ayette; mûrisin oğlu, (asabe içerisinde) babasından önce zikredilmiştir. Bu sebeb, babanın ilânihâye babasından da önde olması evleviyetle zarûridir. Ayrıca Ayette geçen çocuk (Veled) lâfzı; oğul olmayınca ilânihaye oğlunun oğlunu içine alır. Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Ali (ra), Hz. Abdullah İbn-i Mesûd (ra) ve Hz. Zeyd b. Sabit (ra) den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "Asabenin en önde geleni (mûrisin) oğludur. Sonra ilânihaye oğlun oğludur"(85)

 1945 Mûrisin (ölen kimsenin) oğlundan sonra; en kuvvetli asabe babasıdır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de: "(Mûrisin) Çocuğu olmayıp da, O'na anne ve babası mirâsçı olduysa, üçte biri annesinindir"(86) buyurulmuştur. Ayette annenin hissesi belirlenmiş, kalanın da babaya âit olacağına işaret edilmiştir. Ayrıca mûrisin (ölen kimsenin) babasının; erkek kardeşleri den ve dedesinden önde olduğu tasrih olunmuştur.

 1946 Üçüncü snıfa gelince!.. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Eğer (mirâsçı) erkek kardeş ise, çocuksuz ve (babasız) ölen kız kardeşin bıraktığı mirâsın tamamını alır"(87) buyurulmuştur. Dikkat edilirse; çocuğu ve babası olmayan bir kimse (kelâle) ölür de; geride anne-baba bir veya baba bir erkek kardeşi kalırsa, mirâsın tamamını alır. Bunlar babanın cüzüdür.

 1947 Dördüncü sınıfa gelince; Hz. Amr b. Şuayb (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Resûl-i Ekrem (sav) mirâsı; anne-baba bir erkek kardeşe, sonra baba bir erkek kardeşe, sonra anne- baba bir erkek kardeşin oğluna, sonra baba bir erkek kardeşin oğluna verdi. Amcaların durumunu da aynen bunlar gibi zikretti"(88) Esasen bunlar; mûrise (ölen kimseye) akrabalık noktasından bu tertibe göre sıralanırlar. Velâyette de; bu sıra esastır. Birden fazla asabe (Asabe binefsihi) bulunursa; derecede yakın olan, uzak olanı mirâstan düşürür. Fûkaha; sınıf, derece, yakınlık ve kuvvet (Akrabalık noktasından) durumlarının dikkate alınacağında müttefiktir. Esasen Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Ashâb-ı Ferâizden artan mal; en lâyık (en yakın) erkek şahsındır"(89) buyurduğu bilinmektedir. Asabe binefsihi'nin; sınıflarını dikkate almak şarttır.

 1948 Şimdi bir-kaç misâl verelim: Farzedelelim ki Ekrem efendi vefat etti!.. Geriye karısı, oğlu ve oğlunun oğlu kaldı. Mesele şöyledir:

Dikkat edilirse; ashâb-ı ferâizden artan mal, en yakın asabesi olan oğluna geçmiştir. Oğlunun oğlu; birinci sınıftan olmasına rağmen, kuvvet noktasından mûrise (ölen kimseye) oğlu kadar yakın değildir.

İkinci Misal: Diyelim ki Sadık efendi vefat etti!.. Geriye karısı, annesi, oğlunun oğlu ve kardeşi kaldı. Mesele şöyledir:

Dikkat edilirse; mûrisin (ölen kimsenin) oğlunun oğlu; anne-baba bir kardeşini mirâstan düşürdü. Çünkü sınıf ve derece bakımından mûrise; oğlunun oğlundan daha uzaktır. Derecesi mukaddem (önde olan) vârisin, muahhar (sonra) olanı mirâstan mahrum etmesi" genel bir kâidedir.

 1949 BAŞKASI İLE BİRLİKTE ASABE OLANLAR (ASABE BİGAYRİHİ): Bunlar kadınlardan olmak üzere dört sınıftır. Esasen ashâb-ı ferâizden olup; bir tane oldukları zaman terikenin yarısını (1/2), iki veya daha fazla oldukları zaman mirâsın üçte ikisini (2/3) alan; kendi derecelerinde bir erkek (kardeş) bulunduğu zaman asabe olan kadınlara Asabe bigayrihi denir.

 Birincisi: Mûrisin kızlarıdır.

İkincisi: Mûrisin oğlunun kızları.

Üçüncüsü: Mûrisin anne-baba bir kız kardeşleri.

 Dördüncüsü: Mûrisin baba bir kız kardeşleri!.. Şimdi sırasıyla bunların (asabe bigayrihi'nin) derecelerin izâha gayret edelim.

 1950 Birinci sınıf: Mûrisin kızları!.. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah size (mirâs) hükümlerini şöylece tavsiye (ve emr) eder: Çocuklarınız hakkında; erkeğin hissesi iki kızın hissesi kadardır"(90) buyurulmuştur. Ayette mûrisin (ölen kimsenin) kızı; oğlu ile birlikte bulunursa, müşterek asabe olarak (ikili-birli) mîrâs alacağı sarih olarak zikredilmiştir.

 1951 İkinci snıf: Mûrisin oğlunun kızlardır: Bunlar da aynı derecede oğlunun oğlu ile asabe olurlar. Zira Ayet-i Kerime'de geçen (evlâd) lafzı; oğul ve kız anlamının yanında, bunlar bulunmadığı zaman oğlunun ilânihâye oğlu ve kızı manasına da gelir.

 1952 Üçüncü sınıf: Mûrisin (ölen kimsenin) anne-baba bir kız kardeşleridir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Eğer erkek ve kız kardeşler berâber bulunurlarsa o durumda erkeğe iki kadın hissesi verilecektir"(91) hükmü beyan buyurulmuştur. buradaki erkek ve kız kardeşlerden murad; anne-baba bir veya baba bir kardeşlerdir. Zira anne bir kardeşle ilgili hüküm farklıdır.(92) Dolayısıyla anne-baba bir kız kardeşler; aynı durumda olan erkek kardeşlerle birlikte asâbe olurlar.

 1953 Dördüncü sınıf: Baba bir kız kardeşlerdir. Bunlar da; baba bir erkek kardeşlerle birlikte asabe olurlar.

 1954 Şimdi (asabe bigayrihi'nin mirasıyla ilgili olarak) misâller verelim. Farzedelim ki; Cemil efedim vefat etti!.. Geriye karısı, üç kızı ve iki oğlu kaldı. Mesele şöyledir:

Dikkat edilirse karısı ashâb-ı ferâiz olarak terikenin sekizde birini (1/8) alır. Erkek ve kız kardeşler müşterek asabe olarak ikili-birli şekilde, geriye kalanı paylaşırlar. Erkek ve kız kardeşin çocukları, sâkıt olur.

İkinci misâl: Diyelim ki Ayşe hanım vefat etti!.. Geriye kocası, oğlunun oğlu, oğlunun kızı ve baba bir kız kardeş kaldı. Mesele şöyledir:

Dikkat edilirse kocası; ashâb-ı ferâiz olarak terikenin dörtte birini almıştır. Geriye kalanı oğlunun oğlu ve oğlunun kızı (İkili-birli) paylaşırlar. Baba bir kız kardeşi, kuvve-i karâbetteki zaaf yüzünden düşmüştür.

 1955 BAŞKASININ BULUNMASI İLE ASABE OLANLAR (ASABE MAA GAYRİHİ): Esasen Ashâb-ı ferâizden olup; tek oldukları zaman terikenin yarısını (1/2), iki veya daha fazla oldukları zaman mirâsın üçte ikisini (2/3) alan mûrisin (ölen kimsenin) kızları veya oğul kızları ile asabe olan kız kardeşlerdir. Bunlar iki sınıfa ayrılır.

 Birincisi: Anne-baba bir kız kardeşlerdir.

İkincisi: Sadece baba bir kız kardeşlerdir.

 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Kız kardeşleri, kızlarla birlikte olunca asabe yapınız"(93) buyurduğu bilinmektedir.

HISIMLAR BİRBİRİNE DAHA YAKINDIRLAR (RED YOLUYLA MAL ELDE ETMEK)

 1956 Önce "Red kelimesi üzerinde duralım. Lugatta "geri çevirmek, kabul etmemek ve iâde etmek gibi" manalara gelir. Fıkıhta: "Muayyen hisse sâhipleri (yani ashâb-ı ferâiz) hisselerini aldıktan sonra, kalanı alacak asabe yoksa ve terike'de artmış ise, bu artanın aynı mirasçılara hisseleri oranında verilmesine reddiye denilir"(94) tarifi esas alınmıştır. Ancak karı ve kocaya red yoluyla hisse verilemez. Çünkü bunlar nikâh sebebiyle (Neseb noktasından değil) Ashâb-ı Ferâize dahil olmuşlardır. Bunlara "Menlâ yüreddû aleyh" (Üzerlerine red yapılamıyanlar) denilir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Hısımlar Allah'ın kitabında (hükmünde) birbirine daha yakındırlar"(95) hükmü beyan buyurulmuştur. Hanefi fûkahası; onlar hısımlık sebebiyle birbirinin mirâsına daha lâyıktırlar. Eğer artan mirâs; asabe yoksa, yine hisseleri nisbetinde Ashab-ı Feraize intikâl ettirilir. Ancak sağ kalan eşe red yapılamaz. Sahabe-i Kiram'dan Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah İbn Mesûd ve İbn-i Abbas (ranhüm)'tan gelen rivayet budur"(96) hükmünü benimsemiştir. Esasen Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Bir kimse; bir mal veya hak bırakırsa bu mirasçılarına âiddir"(97) hadisi, hiçbir tahsis getirmemiştir, mâhiyeti umûmidir. Asabe olmayınca artan malın; muayyen hisse sahiplerine, hisseleri oranına göre vermek gerekir.Şimdi bir misâl verelim.Farzedelim ki;Fatıma hanım vefat etti!.. Geriye kocası ve iki kızı kaldı. Mesele şöyledir:

Dikkat edilirse; ashâb-ferâiz'den koca hissesini almıştır. Kızların hissesi de üçte ikidir. Fakat sonuçta belli bir mal artmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi; kocaya red yoluyla sehim verilemez. Bu durumda üzerine red yapılacak kimseler iki kızıdır. İki kıza terikenin 3/4'ü kalmıştır. Mahreçin yükseltilmesi gerekir: 3/4x1/2=3/8 olur ve sonuçta;karşımıza çıkar!.. Dikkat edilirse red yoluyla kızların hisseleri (terike'nin üçte ikisinden) fazla hale gelmiştir. Koca; üzerine red yapılamadığı için, farz olan hissesini aynen almıştır.

 1957 Dikkat edilirse; Ashâb-ı ferâizden neseb noktasından asabe olanlar, başka kimse bulunmadığı zaman red yoluyla terikenin artanını hisseleri oranında paylaşmaktadırlar. Bunun zıddı da sözkonusudur. Mûrisin (ölen kimsenin) terikesi; borçlarını ve vasiyetini ifâya kafi gelmiyorsa; bu eksiklik hak sahiplerine, hakları nisbetinde taksim edilir. Ayrıca muayyen hisselerin toplamı; asıl meselenin mahrecinden büyük çıkarsa (yâni dağıtılacak mal az, hisse çok olursa) "Avliye" gündeme girer.(98) Çünkü Allahû Teâla (cc) muayyen hisseleri, hepsine yeterli olmayan bir hal içerisinde toplamıştır. Nassın muktezâsı ile sâbit olan, bizzat nass'la sâbit olan gibidir. Böyle bir mesele ilk defa Hz. Ömer (ra)'in hilâfeti döneminde sözkonusu olmuştur. Hz. Ömer (ra) sahabe ile istişâre ederek; hisselerin toplamını mahreç yapmış ve bu yolla eksikliği bütün vârislere taksim etmiştir. (Yâni hepsinin hisseleri, belli oranda azalmıştır) Bu konuda; sadece İbn-i Abbas (ra) muhâlefet etmiş, diğer sahabe uygun bulmuştur.(99) Şimdi bir misâlle konuya açıklık getirelim. Farzedelim ki Havva hanım vefat etti!.. Geriye kocası, annesi ve anne-baba bir iki kızkardeşi kaldı. Mesele şöyle olur:

Dikkat edilirse hepsi farz olan hisselerdir. Terike'nin tamamı 6/6 kabul edilirse (ki öyledir); hisselerin toplamı 8/6'dır!.. Dolayısıyla Allahû Teâla (cc) muayyen hisseleri, hepsine yeterli olmayan bir hal içerisinde toplamıştır. Bu durumda (Reddiye'nin zıddı) avliye gündeme girer. Asıl mahreç (8) yapılırsa; bütün farz sahiplerinin hisseleri, muayyen bir şekilde azalmış olur. Mesele şöyledir:

Avliye usûlü ile; terike vârislere taksim edilince muayyen hisselerde belli oranlarda azalma olur. Ancak terekenin; bütün hisseleri karşılamadığı durumlarda, zarûri bir işlemdir.

 1958 Şimdiye kadar; terikenin sarfedileceği sınıflardan; Ashab-ı Ferâiz, asabe ve kendi hisselerinden başka, kalanı da red yoluyla olan mirasları inceledik!.. Muhakkak ki hayatta en çok (ferâiz konusunda) bunlarla karşılaşılır!.. Ancak mûrisin (ölen kimsenin) ashâb-ı ferâizden ve asabeden kimsesi olmayabilir!.. Şimdi (Nâdir de olsa) bu gibi durumlarda; terikenin nerelere sarfedileceğini ele alalım ve kısaca izah edelim.

 1959 ZEVİ'L ERHÂM'IN TARİFİ VE MÂHİYETİ: Mûrisin (ölen kimsenin) ashâb-ı ferâiz ve asabesinden hiç kimsesi yoksa, akrabaları gündeme girer. Zevi'l erham; "Zü'r-rahim'in" çoğuludur. Lûgat manası; rahim beraberlik, akrabalık ve yakınlıktır.(100) Kur'ân-ı Kerîm'de: "Anne ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından erkeklere, anne ve baba ile yakın hısımların bıraktıklarından kadınlara; azından da çoğundan da farz edilmiş birer nasip olarak hisseler vardır"(101) buyurulmuştur. Ayette geçen "ve'lâkrebûne" (Akrabalar, hısımlar) kelimesi; mutlak olarak vârid olmuştur. Esasen savaşma gücü olmayan kadın ve çocukları; mirâstan mahrum eden, cahiliye düşüncesini ortadan kaldırmak için inzâl buyurulmuştur.(102) Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Dayı, vârisleri bulunmayanın mirasçısıdır"(103) buyurduğu da bilinmektedir. Sahabe-i Kiram'dan Hz. Sabit b. Ed-Dihdâh (ra) vefat etmiş; geride yalnızca kız kardeşinin oğlu Ebû Lübâbe b. Abdi'l-Münzir (ra) kalmıştı. Resûl-i Ekrem (sav) bütün mirasını ona vermiştir.(104) Halbuki kendisinin; asabesi ve ashâb-ı ferâizi durumunda değildi, Zevi'l-erham durumundaydı. Hanefi fûkahası: "Zevi'lerham'ın mûrise yakınlığı dikkate alınır. Çünkü bunlar; aslında asabe hükmünde olup, ya kadın oldukları, ya araya kadın girdiği için asabe olamamışlardır. Bu bakımdan asabe hangi usül ve sırayla vâris oluyorsa, bunlar da aynı şekilde mirasçı olurlar"(105) hükmünde ittifak etmiştir. Zevi'l erham dört sınıfa ayrılır.

 Birincisi: Mûrisin (ölen kimsenin) farz sahibi ve asabesi olamayan fûrûu: Kızlarının çocukları, oğlunun kızları vs...

İkincisi: Mûrisin (ölen kimsenin) usûlü: Sahih olmayan (fasid) dede ve nene!.. Bilindiği gibi sahih dede ve nene ashûb-ı ferâiz ve asabe durumundadırlar.

 Üçüncüsü: Mûrisin (Ölen kimsenin) annesinin ve babasının asabe ve farz sahibi olmayan furûu!.. Kız kardeşlerinin çocukları, erkek kardeşlerinin kızları vs...

 Dördüncüsü: Mûrisin (ölen kimsenin) büyük baba ve büyük annesinin asabe ve farz sâhibi olmayan fûrûu: Halalar anne bir amcalar vs.. Bilindiği gibi; farz sahipleri ve asabe varsa, Zevi'l-erhâm vâris olamaz.(106)

 1960 MEVLÂ'L-MUVÂLAT (MUKÂVELELİ VÂRİS): Hür, akîl-baliğ olan iki mü'min; karşılıklı diyet ödeme, yardımlaşma ve vâris olma konusuda akid yaparlarsa buna "Muvâlat Akdi" denilir. Hanefi fûkahası; muvâlat hısımı (mevlâsı) nın; vâris olabilmesi için bazı şartların bulunması gerektiği üzerinde durmuştur. Karı ve koca müstesna; farz sahibi, asabe ve Zevi'l-erham mevcutsa, hiçbir şekilde vâris olamaz. Bazı hallerde ise, varis olur.(107)

 1961 İKRAR SONUCU HISIM OLANLARIN DURUMU (MUKARRUN LEH BİNNESEBE): Her toplumda nesebi meçhul kimseler bulunur. Bunun gizli olmasının bir-çok sebebi vardır. (Nesebi meçhul) bir kimsenin nesebini; bir şahsın kendine veya başkasına bağlayan sözüne, nesebi ikrar denilir. Meselâ Hasan efendi; gizlice evlenmiş ve bu evlilik sonucu bir çocuğu olmuştur. Diğer hanımının veya çocuklarının bundan haberi yoktur!... Daha sonra nesebi meçhul bilinen çocukla ilgili olarak "-Bu benim oğlumdur" diyerek ikrar eder, zâhiri hal de kendini tekzib etmezse, vefatında kendisine vâris olur. Ayrıca nesebi meçhul olan (ve daha sonra ikrarı ile kendi çocuğu olduğu ortaya çıkan) çocuğun annesini boşayıp-boşamadığı gündeme girer!.. Eğer Hasan efendi o çocuğun annesi için: "-Bu benim karımdır" diye ikrar eder ve kadın da "-Evet, bu benim kocamdır" derse, bu defa "evliliği ikrar" sözkonusu olur!.. Dolayısıyla verâsette zevce (karı) durumu ortaya çıkar. Bütün bu ikrarlarda; sıhhat şartlarının bulunması gerekir.(108)

 1962 BEYTÜ'L-MAL: Mûrisin (ölen kimsenin) hiçbir vârisi yoksa veya vârislerden bir kısmı hissesini aldıktan sonra, geriye kalan malın sâhibsiz olması durumunda "Beytü'l Mal" gündeme girer!.. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mevlâsı olmayanın mevlâsı Allah ve Resûlüdür. Vârisi olmayanın mirasçısı dayısıdır"(109) buyurduğu bilinmektedir. Hadis-i şerifteki birinci hüküm; bazı hallerde mirâsın Beytü'lmal'e kalabileceğinin delilidir. Ancak Terike Beytü'lmal'e; irs sûretiyle değil "sâhipsiz mal hükmünde" olarak konulur.(110) Farzedelim ki Cafer efendi vefat etti!.. Geriye sadece karısı kaldı!.. (Yâni farz sahiplerinden, asabeden ve Zevi'l-erham'dan hiç kimse yok) Mesele şöyle olur. Techiz ve tekfin masrafları karşılanır. Varsa borçları ödenir ve vâsiyet yerine getirilir. Kalan mal şöyle olur:

 Eğer bu durumda Cafer efendi değil de; karısı vefat etmiş olsaydı, malın yarısı Cafer efendiye verilecek, kalan yine "Beytü'lmal'e" konulacaktı!.. Hatta zimmilerden (Gayr-i Müslimlerden) kimsesiz olan (ve vasiyetleri de bulunmayan) vatandaşların da; malları, Beytü'lmal'e konur!..

FERÂİZ'LE İLGİLİ DİĞER MESELELER

 1963 HÜNSÂ'NIN TARİFİ VE DURUMU: Doğan bir çocukta; hem tenâsül âleti hem ferc bulunursa, cinsiyetin tesbiti (Erkek veya kız olduğu) gündeme girer. Çünkü Allahû Teâla (cc) erkek ve kadının mirâstaki durumunu ayrı ayrı beyan etmiştir. İşte bu noktada karşımıza "Hünsâ" tâbiri çıkar!.. Hünsâ; hem erkeklik, hem kadınlık uzvu bulunan veya bunların hiçbiri bulunmayıp göbeğinden idrâr ve gaita çıkan kimseye verilen isimdir.(111) Genellikle hem erkeklik, hem kadınlık uzvu bulunur. Hünsâ'nın mirastaki durumu Resûl-i Ekrem (sav)'den sorulmuştur. Bunun üzerine;"-Hangi uzuvdan bevlederse, ona itibar olunur"(112) diyerek; konuya açıklık getirir. Yâni hünsâ; erkeklik uzvundan idrarını yaparsa "Erkek", kadınlık uzvundan yaparsa "Kız" gibi muamele görür. Hz. Ali (ra)'den de bu şekilde rivayet edilmiştir.(113) Vârislerden; anne, baba, karı ve kocanın hünsâ olması düşünülemez. Fakat diğerlerinin içerisinde "Hünsâ" olabilir.

 1964 MÜNASÂHA'NIN MÂHİYETİ: Önce kelime üzerinde duralım. Münâsaha; "Nesh" kökünden gelir, lugatta; yok etmek, gidermek ve nakletmek manasınadır. Mûrisin (ölen kimsenin) terikesi; vârisler arasında taksim edilmeden, vârislerden bazısı ölürse, bunların hisselerinin diğer varislere ne şekilde intikal edeceği önemli bir hâdisedir. İşte bu noktada karşımıza "Münâsaha" ıstılâhı çıkar.(114) Dikkat edilirse her münâsaha hâdisesinde; bir-kaç mesele birleşmiş olarak bulunur. Yani her mûrisin (ölen kişinin) vârislerinin meseleleri ayrı ayrı yapılırsa da; bir önceki ile birleştirilir ve sonunda bulunacak ek payda (Mahreç) üzerinden vârisler hisselerini alırlar.(115) Ancak burada önce ölen kimse ile; sonra ölen vârisin durumları yeni yeni meseleleri beraberinde getirir. Fûkaha bu konuda ortaya çıkabilecek bütün durumları teker teker ortaya koymuştur.(116)

 1965 KAZA VEYA FELÂKETLERDE AYNI ANDA ÖLENLERİN DURUMU: Herhangi bir kaza veya felâkette (Sel baskını, denizde boğulma, uçak kazası vs..) aynı anda ölen iki kişi, (birbirinin asabesi dahi olsa), hangisinin önce öldüğü tesbit edilemediği için birbirinin vârisi olamazlar.(117) Ancak her birinin malı; hayatta olan vârislerine taksim edilir.

 1966 ANNE RAHMİNDE ÇOCUĞUN MİRASI: Mûrisin (ölen kimsenin) hayatta olan vârisleriyle birlikte; bir de anne rahminde çocuğu bulunursa, onun erkek veya kız olduğu kesinlikle bilinemediğinden, onun için (Rahimdeki çocuk) belirli bir mal alıkonur. Daha açık bir ifade ile; ferâiz hesabı, hem erkek, hem kız için ayrı ayrı yapılır. Hangisi daha fazla ise, o miktarda mal bırakılır. Ancak erkek veya kız olması; onun hissesine herhangi bir şekilde etki etmiyorsa (Farz olan hisse gibi) mesele yoktur!.. Eğer çocuk ölü doğarsa; ayrılan mal diğer vârislere taksim olunur. Ortadan kaybolup; ölü veya diri olduğu kesinlikle bilinmeyen vârise "Mefkûd" denilir. Ferâiz hesabı yapılırken bunun; ölü veya diri oluşu dikkate alınarak, iki ayrı hesab yapılır.

 1967 Bilindiği gibi Ferâiz ilminin hedefi; Allahû Teâla (cc)'nın tâyin etmiş olduğu hakları, hak sahiplerine teslim etmektir. Hiç kimse şahsi kanaat ve zanlarına dayanarak; yeni bir hak icad edemez!.. Ancak hak sahipleri aralarında şer'i hududlara riâyet ederek "Sulh" (Anlaşma) yapabilirler. Nitekim Hz. Abdurrahman b. Avf (ra) hasta yatağında iken zevcelerinden birisini boşamıştı!.. Bu zevce iddet beklerken Hz. Abdurrahman b. Avf vefat etti!.. Hz. Osman (ra) diğer üç zevcesiyle birlikte, iddet bekleyeni de mirasçı yaptı. Ancak diğer vârisler; iddet bekleyen bu kadınla sulh yaparak, belirli bir mal verdiler. Vârislerden birinin veya bir-kaçının terikeden muayyen miktar mal alarak, (mirastan çekilmesi için) diğer vârislerle sulh olmasına Tehârüç denir.(118)


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol